Meal Seç / Sure Seç

Münafikun Suresi

TÜRKÇE - MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ


( MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ )

63 - Münafikun
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA (1)

1 - Otoritelerin çoğunluğuna göre, (9. sure -Tevbe- hariç bütün surelerin başında yer alan) bu ifade Fâtiha'nın ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Bu nedenle 1. ayet olarak numaralandırılmıştır. Bütün diğer örneklerde ise besmele, surelerin başında yer alır ve fakat ayet sayılmaz. Rahmân ve Rahîm ilahî sıfatlarının her ikisi de "bağışlama", "merhamet", "şefkat" anlamına gelen ve fakat daha da kapsayıcı bir mana ifade eden rahmet isminden (bu ismin masdarından) türetilmişlerdir. İlk zamanlardan bu yana İslam alimleri, bu iki terimi birbirinden ayıran anlam nüanslarını tanımlamaya çalışmışlardır. Bu açıklamaların en ikna edici ve sade olanı İbni Kayyım'a aittir (Menâr I, 48'den naklen): (Ona göre,) Rahmân terimi, Allah'ın Varlığı kavramında içkin (mündemiç) bulunan ve ondan koparılması mümkün olmayan rahmet saçıcılığı vasfını kapsarken, Rahîm, bu rahmetin O'nun mahlukatı üzerindeki tezahürünü ve onlar üzerindeki etkisini, başka bir deyişle O'nun aktivite (faaliyet) tarafını ifade eder.

        
Bu surenin büyük bölümü -ki önemli bir kısmı Uhud Savaşı'ndan kısa bir süre sonra (bkz. sure 3 -Âl-i ‘İmrân-, not 90), yani H. 3. yılın sonlarında yahut 4. yılın başlarında nazil olmuştur- Hz. Peygamber'in ve arkadaşlarının Mekke'den Medine'ye göç ettikten sonraki ilk yıllarında karşılaştıkları ikiyüzlülük problemine tahsis edilmiştir. Ancak, yine de Kur'an'ın bu problemi ele alış tarzı, verilen mesajların, bütün zamanlar ve şartlar için geçerli olmasını sağlayacak şekildedir.
1. İKİYÜZLÜLER sana geldiklerinde: "Senin gerçekten Allah'ın Elçisi olduğuna tanıklık ederiz!" derler. Ama Allah, senin Kendi Elçisi olduğunu bilir; ve Allah, ikiyüzlülerin [inandık demelerinde] asla samimî olmadıklarına tanıklık eder.
2. Onlar yeminlerini [yalan ve sahtekarlıklarına] kalkan yapmakta ve böylece başkalarını Allah yolundan (1) saptırmaktadırlar. Yaptıkları, gerçekten çok çirkindir:

1 - Bkz. 58:16'daki aynı ifade ile ilgili not 26.

3. böyledir, çünkü onlar imana erdi[klerini iddia eder]ler, halbuki (2) [içlerinde] hakikati inkar ederler ve böylece, kalplerine bir mühür vurulmuştur, artık [neyin doğru, neyin yanlış olduğunu] anlayamazlar. (3)

2 - Sümme ("ve sonra") edatı, çoğu zaman, ve basit bağlacı ile aynı fonksiyonu görmektedir ve burada en uygun karşılık olarak "halbuki" şeklinde çevrilmiştir.

3 - Bkz. sure 2, not 7.

4. Şimdi sen onları gördüğünde dış görünüşleri hoşuna gider; ve konuştuklarında ne söylediklerine kulak vermek istersin. (4) Onlar, yere [sağlam şekilde] dikilmiş kütükler gibi [olduklarına emin görünseler de] her çığlığı kendilerine [yönelik] sanırlar. Onlar [bütün inançlara] düşmandırlar, öyleyse onlara karşı dikkatli ol. [Ve bedduayı hak ederler:] "Allah onları kahretsin!" (5) Akılları nasıl da (hakikatten) sapıyor! (6)

4 - Lafzen, "onlara kulak verirsin": yani, ikiyüzlüler insanları baştan çıkarmayı amaçladıklarından genellikle saygın bir dış görünüş arzederler.

5 - Parantez içindeki "Ve bedduayı hak ederler" ifadesini koymam konusunda bkz. 9:30'un sonundaki aynı cümle ile ilgili not 45.

6 - Bkz. sure 5, not 90.

5. Çünkü onlara: "Gelin, Allah'ın Elçisi bağışlanmanız için [Allah'a] dua edecek!" dendiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların sahte bir kibirle nasıl çekip gittiklerini görürsün.
6. Onlar için bağışlanma dilemen ile dilememen aynıdır: Allah onları bağışlamayacaktır, çünkü Allah, böyle sapkın bir halka rehberliğini bahşetmez. (7)

7 - Karş. 9:80 ve ilgili not 111.

7. Onlar, [hemşehrilerine (8) ]: "Allah'ın Elçisi ile birlikte olanlara hiçbir şey vermeyin ki belki o'nu terk et[mek zorunda kal]ırlar" derler. (9) Göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır: ama bu gerçeği ikiyüzlüler kavrayamaz.

8 - Yani, genelde Medine halkına, özel olarak da ensâr'a (bkz. bir sonraki not).

9 - Medine'deki ikiyüzlülerin lideri Abdullah b. Ubeyy, Hz. Peygamber'i, daha önce kendisinin Medine halkının gözünde sahip olduğu güçlü liderlik statüsünü gölgede bıraktığı için asla affetmedi. Hz. Peygamber'in politik gücü, büyük ölçüde, kendisini Medine'ye hicretinde izleyen Mekkeli Müslümanlara bağlı olduğundan, İbni Ubeyy, hemşehrilerini -ki çoğu, ellerindeki bütün imkanlarla yeni gelenleri destekliyordu- bu maddî desteği çekmeleri ve böylece çoğu fakir olan muhâcirleri Medine'yi terk etmeye zorlamaları için ikna etmeye çalıştı: başarılı olması halinde Hz. Peygamber'in konumunu önemli ölçüde zayıflatabilecek olan bir strateji idi bu. Elbette ikiyüzlülerin liderinin bu teklifi ensâr tarafından reddedildi.

8. [Ve] onlar: "Kente (10) döndüğümüzde şan şeref sahibi olan [biz]ler, zavallı bîçâreleri oradan sürüp atacaktır!" derler. Ama asıl şeref, Allah'a, O'nun Elçisi'ne ve inananlara aittir: ama ikiyüzlüler bunun farkında değiller. (11)

10 - Yani, Medine'ye, "Peygamber'in şehri"ne (Medînetu'n-Nebî ): daha önce Yesrib olarak adlandırılan şehir hicretten sonra bu adla tanınmaya başladı. Sonraki sözler, Abdullah b. Ubeyy tarafından H. 5. yılda Benî Mustalik kabilesine karşı yürütülen bir harekat sırasında söylendiğinden, birçok Hadisde belirtildiği gibi, 7 ve 8. ayetlerin aynı tarihlerde veya kısa bir ara ile vahyedildikleri aşikardır.

11 - Yukarıdaki tarihsel atıfların gerçek ve süreklilik taşıyan anlamı bu iki Kur'ânî ifadede -"... hazineleri Allah'a aittir" ve "asıl şeref Allah'a aittir"- yer almaktadır.

9. SİZ EY imana ermiş olanlar! Malınızın mülkünüzün veya çocuklarınızın sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasına izin vermeyin: çünkü böyle davranan herkes ziyana uğrayanlardan olur!
10. Birinize ölüm yaklaştığı ve "Ey Rabbim! Bana bir mühlet (12) tanısan da karşılıksız yardımda bulunup iyiler arasına girsem!" diye (yalvara)cağı zaman gelip çatmadan önce size rızık olarak verdiğimizden (13) harcayın.

12 - Lafzen, "yakın bir süreye kadar (ilâ)".

13 - Bkz. sure 2, not 4.

11. Ama, vakti geldiğinde Allah hiçbir insana mühlet tanımaz; ve Allah bütün yaptıklarınızı tam olarak bilir
KURAN uygulamasını telefonunuza siz de yükleyin: