Meal Seç / Sure Seç

Fatir Suresi

TÜRKÇE - MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ


( MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ )

35 - Fatir
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA (1)

1 - Otoritelerin çoğunluğuna göre, (9. sure -Tevbe- hariç bütün surelerin başında yer alan) bu ifade Fâtiha'nın ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Bu nedenle 1. ayet olarak numaralandırılmıştır. Bütün diğer örneklerde ise besmele, surelerin başında yer alır ve fakat ayet sayılmaz. Rahmân ve Rahîm ilahî sıfatlarının her ikisi de "bağışlama", "merhamet", "şefkat" anlamına gelen ve fakat daha da kapsayıcı bir mana ifade eden rahmet isminden (bu ismin masdarından) türetilmişlerdir. İlk zamanlardan bu yana İslam alimleri, bu iki terimi birbirinden ayıran anlam nüanslarını tanımlamaya çalışmışlardır. Bu açıklamaların en ikna edici ve sade olanı İbni Kayyım'a aittir (Menâr I, 48'den naklen): (Ona göre,) Rahmân terimi, Allah'ın Varlığı kavramında içkin (mündemiç) bulunan ve ondan koparılması mümkün olmayan rahmet saçıcılığı vasfını kapsarken, Rahîm, bu rahmetin O'nun mahlukatı üzerindeki tezahürünü ve onlar üzerindeki etkisini, başka bir deyişle O'nun aktivite (faaliyet) tarafını ifade eder.

        
Otoritelerin çoğu, adını ilk ayetinde geçen, Allah'ın "göklerin ve yerin yaratıcısı" olma vasfından alan bu sureyi kronolojik olarak 25. sure (Furkân) ile 19. sure (Meryem) arasına yerleştirmektedir: Bu da, Hz. Peygamber'in Mekke'den Medîne'ye hicretinden yedi veya sekiz yıl önceye tekabül etmektedir. Sureye bazı Sahâbe'nin ve birçok klasik müfessirin verdiği başka bir ad, el-Melâike ("Melekler") olup yine 1. ayete dayanmaktadır. Fâtır'ın hemen hemen tamamı, Allah'ın eşsiz yaratıcılığını ve yeniden diriltici gücünü ve aynı zamanda, iradesini peygamberleri aracılığıyla izhar etmesini konu almaktadır; "Kulları arasından yalnız anlama ve kavrama yeteneğine sahip olanlar Allah'tan [hakkıyla] korkar: [Çünkü yalnızca onlar bilir ki,] Allah kudret Sahibidir ve çok affedicidir" (28. ayetin ikinci paragrafı).
1. HER TÜRLÜ ÖVGÜ, göklerin ve yerin yaratıcısı olan ve melekleri iki, üç veya dört kanatlı elçiler yapan Allah'a mahsustur. (1) O, dilediğini [kesintisiz şekilde] kendi hilkat âlemine katıp onu genişletir: (2) Kuşkusuz Allah, her şeye kâdirdir.

1 - Melek genel başlığı altında toplanan manevî varlık veya güçlerin "kanatlar"ı, Allah'ın vahyini pegamberlerine iletmedeki sürat ve güçlerini sembolize eden bir mecazdır. Kanatların çokluğu ("iki, üç veya dört"), belki, Allah'ın yarattığı bu evrende buyruklarının sayısız gerçekleşme yolunu vurgulamaktadır: Bu varsayım, sahih bir Hadis tarafından da desteklenmektedir. Bu Hadis'e göre Hz. Peygamber, Miraç Gecesi (bkz. Ek IV) Cebrâil'i "altıyüz kanatlı olarak" gördü (Buhârî ve Müslim'in İbni Mes‘ûd'dan rivayeti).

2 - Yani, yaratma eylemi süreklidir ve kapsamı, hedefleri veya çeşitleri açısından düzenli olarak genişleyen bir eylemdir.

2. Allah'ın insanlar için açacağı rahmet kapısını kimse kapatamaz ve O'nun kapattığını da kimse açamaz: Çünkü O, kudret ve hikmet Sahibidir.
3. Ey insanlar! Allah'ın size bağışladığı nimetleri hatırlayın! Size göklerden ve yerden azık sağlayan Allah'tan başka bir yaratıcı var mı? (3) (Hayır!) O'ndan başka ilah yoktur: ama nasıl olur da zihinleriniz bu [apaçık hakikatten] sapar! (4)

3 - Bkz. 10:31 ve ilgili not 49.

4 - Yani, "İlahî vasıfları veya güçleri Allah'tan başka bir kişiye veya şeye izafe ederek". Ennâ tu'fekûn (lafzen, "nasıl yüz çeviriyorsunuz", yani hakikatten) ifadesinin bir açıklaması için bkz. sure 5, not 90.

4. Ama eğer onlar, [zihinleri bu apaçık hakikatten sapanlar,] seni yalanlarlarsa [aldırma, ey Muhammed!] [Unutma ki] senden önce [öteki] peygamberler de yalanlanmıştır: Çünkü [inanmayanlar], her şeyin, sonunda [asıl kaynağı olan] Allah'a döneceğ[ini asla kabul etmezler].
5. EY İNSANLAR! Allah'ın [yeniden diriltme] vaadi gerçektir: sakın, bu dünya hayatının sizi ayartmasına ve Allah hakkındaki [kendi] çarpık düşüncelerinizin sizi saptırmasına izin vermeyin! (5)

5 - Bkz. 31:33 (ki tamamiyle aynı tarzda ifade edilmiştir) ve ilgili not 30. Bu surenin bir sonraki ayetinde Şeytan'dan açıkça bahsedilmesi konusunda bkz. Râzî'nin 14:22'ye ilişkin not 31 ve keza 15:17'ye ilişkin not 16'da açıklanan görüşleri.

6. Şeytan, sizin apaçık düşmanınızdır: öyleyse siz de ona düşman olarak muamele edin. O, kendisine tâbi olanları, ancak, yakıcı ateşe mahkum olanlar arasında yer alacakları bir âkibete çağırır.
7. [Çünkü,] hakikati inkara şartlanmış olanlar için çetin bir azap vardır, iman edip doğru ve yararlı işler yapanları da mağfiret ve büyük bir mükafat bekler.
8. O halde, işlediği kötü, çirkin fiillerin cazibesine kapılıp [sonunda] onları güzel gören biri [Şeytan'ın adamlarından başkası] olur mu? Kuşkusuz Allah, [doğru yoldan sapmak] isteyenin sapmasına izin verir, [aydınlığa ulaşmak] isteyeni de aydınlığa ulaştırır. (6) O halde [ey müminler,] onlara üzülerek kendinizi perişan etmeyin: Allah, onların yaptıklarını çok iyi bilir!

6 - Bu cümleyi çevirme tarzımla ilgili bir açıklama için bkz. sure 14, not 4.

9. VE [hatırlayın:] bulutları yükseltmek için rüzgarları gönderen Allah'tır; sonra Biz onları çorak beldelere sürükler ve cansız toprağa hayat veririz: yeniden dirilme de işte böyle olacaktır.
10. Kudret ve ihtişam arayan kimse [bilsin ki] gerçek kudret ve ihtişam [yalnız] Allah'a aittir. Bütün güzel sözler O'na yükselir; bütün doğru ve yararlı işleri O yüceltir. Sinsi şekilde kötü fiiller tasarlayanlara gelince, onları şiddetli bir azap beklemektedir; ve onların bütün tertipleri de yok olup gitmeye mahkumdur. (7)

7 - Öyle görünüyor ki 10:21'in ilk paragrafında veya 34:33'de olduğu gibi hem mekr ismi (lafzen, "düzen" veya "düzen kurma" veya "tuzak kurma"), hem de yemkurûn fiili (lafzen, "düzen kuruyorlar" veya "tuzak kuruyorlar"), doğru olan bir şeye karşı "yanlış [veya "temelsiz"] itirazlar tasarlamak" anlamına sahiptir. Önceki pasajlar Allah'ın yaratıcılığına ve özellikle, O'nun canlıyı yaratma ve ölüyü yeniden diriltme gücüne işaret ettiğinden (ayet 9), yukarıda sözü edilen "kötü fiiler", muhtemelen, yeniden diriltme vaadini "çürütme"ye yönelik sahte itirazlardır.

11. Ve [hatırlayın:] Allah sizi[n her birinizi] topraktan yaratır, (8) sonra da bir damla spermden; ve sonra sizi iki cinsten biri şekline sokar. (9) Hiçbir dişi O'nun bilgisi olmadan ne hamile kalabilir, ne de doğum yapabilir; ve [Allah'ın] fermanında öngörülmedikçe hiç kimse ömrünü uzatamaz ve hiç kimse de onu kısaltamaz; ama bunlar, kuşkusuz, Allah için kolaydır.

8 - Bkz. 3:59'a ilişkin not 47'nin ikinci bölümü ve 23:12'ye ilişkin not 4.

9 - Lafzen, "sizi çift çift yarattı" veya "[birbirinizin] eşleri yaptı".

12. [O'nun için benzerlik ve farklılık yaratmak da kolaydır: (10) ] o halde, [yeryüzündeki] iki büyük su kütlesi (11) aynı olamaz; birisi tatlı, susuzluğu giderici, içimi güzel iken ötekisi tuzlu ve acıdır: Fakat her ikisinden de taze et yersiniz ve [ikisinden de] süs takıları çıkarırsınız; ikisinin de üzerinde Allah'ın lütfundan nasibinizi aramanızı ve böylece şükredenlerden olmanızı sağlayan gemilerin dalgaları yararak ilerlediklerini görürsün.

10 - Bu parantez içi cümle, Râzî'nin, müteakip pasaj ve onun önceki pasajla bağına dair ikna edici bir açıklamasını yansıtmaktadır.

11 - Bahrân deyiminin bu şekilde çevirisi için bkz. 25:53, not 41.

13. O, gündüzü kısaltarak geceyi uzatır ve geceyi kısaltarak gündüzü uzatır. O, güneşi ve ayı [kendi kanunlarına] tâbi kılmıştır, her biri [O'nun] belirlediği bir zaman içinde akıp gider. (12) İşte Rabbiniz Allah budur: mülk O'nundur; O'ndan başka yalvarıp durduklarınız ise bir hurma çekirdeğinin zarı kadar bile bir şeye sahip değillerdir!

12 - Bkz. sure 13, not 5.

14. Onlara yalvarırsanız çağrınızı duymazlar; duyabilseler bile size cevap ver[e]mezler. Ve [üstelik] Kıyamet Günü onları Allah ile eş tutmanızı kabul etmezler. (13) Hiç kimse her şeyi Bilen kadar size [gerçeği] göstermez.

13 - Kur'an, birçok yerde, bütün sahte ibadet objelerinin -ister velîler/azîzler, melekler, din adamları ve fetişler, isterse kutsanan tabiat güçleri olsun- Kıyamet Günü, kendilerine tapanlara karşı "tanıklık" yapacaklarını ve onları "reddedecekleri"ni belirtir: bu, zamanın bitiminde, insanın mutlak gerçekliği kavramasına sembolik bir atıftır.

15. Ey İnsanlar! Allah'a muhtaç olan sizsiniz, ama O, hiçbir şeye muhtaç değildir ve hamd O'na mahsustur.
16. Dilerse sizi ortadan kaldırır ve [yerinize] yeni bir yaratılmışlar topluluğu getirir: (14)

14 - Bkz. 14:19, not 27.

17. bu Allah için zor da değildir.
18. KİMSE kimsenin yükünü taşıyacak değildir; (15) kendi yükü ağır gelen kimse onu taşımak için [başkasını] yardıma çağırırsa, yakını da olsa, [bu kimse] o yükün hiçbir parçasını taşıyamaz. (16) O halde [gerçekten] sen, ancak kavrayışlarının ötesinde olduğu halde (17) Rablerinden korku duyanları ve namazlarında dikkatli ve devamlı olanları uyarabilirsin; ve [şunu bil ki,] kim arınırsa yalnız kendisi için arınmış olur ve bütün yollar yalnız Allah'a varır.

15 - Yani, Hesap Günü -çünkü "insanların işlediği [kötü] fiiller yalnız kendilerini ilgilendirir" (6:164, ki yukarıdakine benzer bir cümle ile devam etmektedir).

16 - Böylece, ahlakî sorumluluğun başka bir kişiye devredilmesinin imkansız olduğu gösterilmektedir. Yukarıdaki ifadenin birinci bölümü Hristiyanlıktaki "ilk günah" doktrininin reddi anlamına gelirken, ikinci bölümü, o günahın kefaretinin Hz. İsa tarafından "vekaleten ödendiği" anlayışını kesin bir dille çürütmektedir. (Ayrıca bkz. 53:38 ve ilgili not 31.)

17 - Bi'l-ğayb'ın bu şekildeki çevirisinin izahı için bkz. sure 2, not 3. Bu ifadenin anlamı şudur: yalnızca, "insan idrakinin ötesindeki şeylerin varlığına inananlar", önceki ifadede gizli bulunan "uyarı"dan ders alabilirler. (Ayrıca bkz. 27:80-81 ve 30:52-53.)

19. Nitekim, ne gören ile görmeyen bir olur;
20. ne de aydınlık ile zifiri karanlık;
21. ne [serinletici] gölge ile yakıcı sıcak;
22. ve ne de yaşayan ile [kalben] ölmüş bulunan. Şüphen olmasın ki [ey Muhammed,] Allah dilediğine işittirir, halbuki sen mezarlardaki [ölüler gibi kalben ölmüş]lere işittiremezsin:
23. sen sadece bir uyarıcısın.
24. Biz seni hakikat ehli bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik: çünkü hiçbir topluluk yoktur ki içlerinden bir uyarıcı gelip geçmemiş olsun. (18)

18 - Ümmet teriminin anlamlarından biri (Zemahşerî'nin yukarıdaki ayetle ilgili yorumunda tercih ettiği anlam), "bir dönemin halkı" veya "çağ/yaş"dır; ikinci anlamı ise "aynı cinsten insanlar topluluğu", yani "kavim" veya "toplum"dur (ki çeviride tercih ettiğim anlam budur). "[Belirli] bir hayat tarzı" veya "bir davranış biçimi" (Cevherî) şeklindeki üçüncü anlamı gözönüne alındığında, "topluluk" terimi, bu örnekte tarihsel bağlamı içindeki modern "uygarlık"/"medeniyet" kavramına oldukça yaklaşmaktadır. Uyarıcıların (yani, peygamberlerin) "gelip geçiciliğinin" vurgulanması ise, onların her birinin ölümlü insanlar olduğu anlamına gelmektedir.

25. Ve eğer seni yalanladı(klarını görürsen aldırma), onlardan önce yaşamış olanlar[ın çoğu] da, elçileri kendilerine hakikatin bütün kanıtlarıyla ve ilahî hikmet yüklü kitaplarla ve aydınlatıcı vahiyle geldiklerinde hakikati yalanlamışlardı;
26. [fakat] sonunda hakikati inkara şartlanmış olanların tümünün hesabını gördüm: Benim (birini) gözden çıkarmam ne korkunç olur!
27. GÖRMÜYOR MUSUN, Allah, göklerden su indirmekte ve onunla türlü renklere (ve tadlara) sahip meyveler yetiştirmekteyiz; nasıl ki dağlarda kırmızı ve beyaz renkte ve simsiyah çizgiler var,
28. ve [nasıl ki] insanlar, sürüngenler ve hayvanlar türlü türlü renkler taşıyor! (19) Kulları arasından yalnız anlama ve kavrama yeteneğine (20) sahip olanlar Allah'tan [hakkıyla] korkarlar: [çünkü yalnız onlar bilir ki] Allah kudret Sahibidir, çok bağışlayıcıdır.

19 - Karş. tabiatın ihtişamını ("çeşit çeşit renklerin güzelliği") Allah'ın yaratıcılığının bir kanıtı olarak gösteren 16:13.

20 - Yani, manevî bilgiye. Bu bilgi, gözlemlenebilen fenomenin gerçekliğin tümünü kapsamadığı, çünkü bu fenomenin varlığının yanısıra, "yaratılmış varlıkların idrakleri dışındaki bir alan"ın da mevcut olduğu anlayışından doğar (karş. sure 2, not 3).

29. Allah'ın vahyine [şeksiz şüphesiz] uyanlar, namazlarında dikkatli ve devamlı olanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli-açık başkaları için harcayanlar: işte ancak bunlar hiç kesintiye uğramayacak bir kazanç umabilirler;
30. Allah, onların hak ettiği karşılığı eksiksiz verir ve onu lütfuyla daha da arttırır: Allah, şüphesiz çok bağışlayıcıdır ve şükrün karşılığını anında verendir.
31. Ve [şunu bil ki,] sana vahyettiğimiz ilahî kelâm, geçmiş vahiylerden bugüne kalmış ne varsa tümünü (21) tasdik eden bir hakikattir; şüphesiz Allah kulları[nın ihtiyaçları]ndan tamamen haberdardır ve her şeyi gö-rendir.

21 - Mâ beyne yedeyhi ifadesinin bu açıklayıcı çevirisi için bkz. 3:3, not 2.

32. Biz, bu ilahî vahyi kullarımızdan seçtiklerimize miras olarak bahşettik: onlardan bazısı kendilerine zulmeder; bazısı [doğru ile eğri arasında] ara yolu tercih eder, (22) bir kısmı da Allah'ın izniyle iyilikte başı çekenlerden olur: bu [ise] en büyük fazilettir!

22 - Bkz. 7:46 ve ilgili not 37.

33. [İşte] bunlar sonsuz mutluluk bahçelerine girerler, orada altın bilezikler ve inciler takınırlar ve ipekten elbiseler giyerler; (23)

23 - Cennetteki bu "takınıp süslenme" sembolü konusunda bkz. 18:31 ile ilgili not 41.

34. ve şöyle derler: "Bütün övgüler bize acı ve üzüntü tattırmayan Allah'a mahsustur: Rabbimiz gerçekten çok bağışlayıcıdır, şükrün karşılığını anında verendir;
35. O, lütfuyla bu konak yerine bizi yerleştirdi: orada bize ne bir çatışma ve gerginlik bulaşır, ne de yorgunluk ya da bıkkınlık!"
36. Hakkı inkara şartlanmış olanlara gelince; onları bir cehennem ateşi beklemektedir; (orada) ne hayatlarına son verilip öldürülürler, ne de içine atıldıkları o [ateşin] azabı hafifletilir. İşte biz şükürden uzak duranları böyle cezalandırırız.
37. Onlar orada, [cehennemde,]: "Rabbimiz! Bizi bu [azap]tan kurtar! Bundan sonra artık [eskiden] yaptıklarımızdan farklı iyi şeyler yapacağız!" diye feryad ederler. [O zaman onlara şöyle cevap vereceğiz:] "Size (orada,) düşünmek isteyen herkesin düşünebileceği kadar uzun bir ömür vermedik mi? Ve [üstelik] size bir uyarıcı da gelmişti. Öyleyse, [yaptığınız kötülüklerin meyvelerini] şimdi tadın bakalım: zalimler hiçbir yardımcı bulamayacaklardır!"
38. ŞÜPHESİZ, Allah göklerin ve yerin gizli gerçekliğini bilir: [ve] doğrusu O, [insanların] kalplerindekini de tam bilendir.
39. Sizleri yeryüzüne varis kılan O'dur. (24) O halde, [Allah'ın birliği ve benzersizliği] gerçeği[ni] inkara kalkışan kişi [şunu bilsin ki], onun bu inkarı kendi aleyhinedir: çünkü, onların bu gerçeği [inatla] inkar etmeleri, yalnızca Rablerinin katındaki çirkinliklerini arttırır; ve bu gerçeği inkar etmeleri inkarcıların ziyanını artırmaktan başka bir işe yaramaz.

24 - Bkz. 2:30, not 22. Bu örnekte Allah'ın insanı "yeryüzüne varis" kılması, ona doğru ile eğri ve hakikat ile dalalet arasındaki farkı anlama yeteneği bağışlaması anlamına gelir.

40. De ki: "Allah'a ortak koştuğunuz varlıkları ve güçleri (25) [ve] Allah'tan başka yalvarıp yakardıklarınızı [gerçekten] hiç düşündünüz mü? Bana onların yeryüzünde ne yarattıklarını gösterin; yoksa onların gökler[in yönetimin]de bir katkıları mı var [sanıyorsunuz]?" Onlara (26) [görüşlerini destekleyici] bir kanıt olarak kullanabilecekleri bir ilahî vahiy mi gönderdik? (27) Hayır! Zalimlerin birbirleri hakkında besledikleri [ümitler], hayalden öteye geçmez. (28)

25 - Lafzen, "sizin [Allah'a] ortak koştuklarınızı": bkz. 6:22, not 15.

26 - Yani, Allah'tan başka varlık ve güçlere ilahlık yakıştıranlara.

27 - Karş. 30:35 -"Onlara, Bizden başkasına kulluk yapmalarını söyleyen bir ilahî vahiy mi gönderdik?" Burada "ilahî vahy"e yapılan atıf, sözü edilen insanların ateistler değil, geçmiş vahiylerin yoldan çıkmış mensupları olduğunu göstermektedir.

28 - Yani, ilahî yahut yarı-ilahî sıfatlar atfettikleri azîzlerin ve velîlerin kendileri ile Allah arasında "aracılık" yapacakları veya Allah nezdinde kendileri için "şefaatçi" olacakları beklentisi, bir kuruntudan başka bir şey değildir.

41. Gerçek şu ki, semavî varlıkları (29) ve yeri [yörüngelerinden] sapmamaları için tutan [yalnızca] Allah'tır. Bir kere sapınca da, O'nun müdahale etmemesi halinde (30) başka hiçbir güç onları tutamaz. [Fakat] Allah halîmdir, çok bağışlayıcıdır! (31)

29 - Lafzen, "gökleri". Bu kelime burada, en karmaşık ilahî kanunlar sistemini -ki, insanın en fazla bildiği yerçekimi kanunu, bunlardan yalnız bir tanesidir- ve ona tâbi olarak kozmik uzay içinde hareket eden bütün yıldızları, galaksileri ve nebulaları gösteren mecazî bir ifadedir.

30 - Lafzen, "O'ndan sonra". Bu, Kur'an'a göre, kapsamlı kozmik bir felaketin (cosmic catastrophe) haber vereceği Kıyamet Günü'ne işaret etmektedir.

31 - Yani O, ne içinde yaşayanların çoğunluğunun sapkınlığına rağmen dünyanın sonunu çabuklaştırır, ne de sapkınları düşünmeleri ve tevbe etmeleri için mühlet vermeden cezalandırır (karş. ayet 45).

42. Onlar, [hakikate her fırsatta muhalefet edenler,] eğer kendilerine bir uyarıcı gelirse, o'nun rehberliğine, [kendilerine gönderilen uyarıcıya tâbi olan eski] toplumlardan daha çok bağlanacaklarına bütün güçleriyle yemin ederler: (32) İşte şimdi onlara bir uyarıcı geldi, ama [o'nun çağrısı] onların sadece muhalefetlerini artırdı,

32 - Karş. 6:157 ve ilgili not 158.

43. yeryüzünde böbürlenmelerini artırdı, [Allah'ın mesajlarına karşı] şeytanî itirazlar (33) geliştirme [çaba]larını...Halbuki, bütün şeytanî tuzaklar [sonunda] sadece sahiplerini yutar; yoksa onlar, önceki [günahkar]ların [sürüklendikleri] yoldan (34) başka bir şey mi bekliyorlar? Sen Allah'ın tuttuğu yol ve yöntemde hiçbir değişiklik göremezsin; evet sen, Allah'ın yolunda ve yönteminde bir sapma göremezsin!

33 - Yani, bu mesajları karalamayı ve onların ilahî niteliğini "çürütme"yi amaçlayan temelsiz itirazlar (karş. 10:21 veya 34:33 ve bu ayetlere ait, mekr teriminin Kur'an'da bu anlamdaki kullanılışını açıklayan ilgili dipnotları).

34 - Yani, Allah'ın onları cezalandırma tarzından (sünnet).

44. Onlar hiç yeryüzünde dolaşıp kendilerinden daha güçlü önceki [hakikat inkarcı]larının uğradıkları âkibeti görmezler mi? Ve [görmezler mi] göklerde ve yerdeki hiçbir şey Allah'ın [iradesine] karşı gelemez, çünkü O, her şeyi bilendir ve gücünde sınırsızdır.
45. Eğer Allah, insanları [hayatta] işledikleri [kötülükler]den dolayı [hemen] hesaba çekseydi, yer üzerinde tek bir canlı varlık bırakmazdı. Ama Allah, onlara [Kendisi tarafından] belirlenmiş bir vadeye (35) kadar mühlet tanır: vadeleri dolunca da [anlarlar ki] Allah kulların[ın kalplerindekin]i görmektedir.

35 - Yahut: "[yalnız Kendisince] bilinen bir vadeye" -yani, yeryüzündeki hayatlarının sonuna kadar.

KURAN uygulamasını telefonunuza siz de yükleyin: