Meal Seç / Sure Seç

Hucurat Suresi

TÜRKÇE - MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ


( MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ )

49 - Hucurat
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA (1)

1 - Otoritelerin çoğunluğuna göre, (9. sure -Tevbe- hariç bütün surelerin başında yer alan) bu ifade Fâtiha'nın ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Bu nedenle 1. ayet olarak numaralandırılmıştır. Bütün diğer örneklerde ise besmele, surelerin başında yer alır ve fakat ayet sayılmaz. Rahmân ve Rahîm ilahî sıfatlarının her ikisi de "bağışlama", "merhamet", "şefkat" anlamına gelen ve fakat daha da kapsayıcı bir mana ifade eden rahmet isminden (bu ismin masdarından) türetilmişlerdir. İlk zamanlardan bu yana İslam alimleri, bu iki terimi birbirinden ayıran anlam nüanslarını tanımlamaya çalışmışlardır. Bu açıklamaların en ikna edici ve sade olanı İbni Kayyım'a aittir (Menâr I, 48'den naklen): (Ona göre,) Rahmân terimi, Allah'ın Varlığı kavramında içkin (mündemiç) bulunan ve ondan koparılması mümkün olmayan rahmet saçıcılığı vasfını kapsarken, Rahîm, bu rahmetin O'nun mahlukatı üzerindeki tezahürünü ve onlar üzerindeki etkisini, başka bir deyişle O'nun aktivite (faaliyet) tarafını ifade eder.

        
Otoritelerin büyük çoğunluğunun ittifakı ile H. 9. yılda nazil olduğu bildirilen bu sure, ağırlıklı olarak toplumsal değerler sistemi (ethics) üzerinde durmaktadır. Hz. Peygamber'e -ve bunun kaçınılmaz bir gereği olarak- toplumun ondan sonraki meşru önderlerine saygı ile başlayan söylem, bütün müminlerin kardeşliği (ayet 10) ve en geniş anlamıyla, bütün insanların kardeşliği (ayet 13) prensibinin vurgulanması ile devam etmektedir. Son ayetler ise (14. ayet ve devamı) gerçek inanç ile dinî yükümlülüklere görünürde/dıştan bir uyum sağlama arasındaki farklılığa işaret etmektedir. Surenin başlığı 4. ayetindeki hucurât kelimesinden alınmıştır.
1. SİZ EY imana ermiş olanlar! Allah'ın ve Elçisi'nin [emrettiği şeyin] önüne kendinizi koymayın, (1) Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun: Çünkü Allah, kuşkusuz her şeyi işiten, her şeyi bilendir!

1 - Yani, "kendi arzularınızın öne geçmesine izin vermeyin".

2. Siz ey imana ermiş olanlar! Sesinizi Peygamberin sesinden daha fazla yükseltmeyin, (2) birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi o'nunla konuşmayın, (3) yoksa bütün [güzel ve iyi] işleriniz, siz farkında olmadan boşa gitmiş olur.

2 - Bu, hem lafzî hem de mecazî bir anlama sahiptir: Hz. Peygamber'in Arkadaşları sözkonusu olduğunda lafzî bir anlam taşırken hem onlar hem de sonraki müminler için aynı zamanda mecazî bir anlam da taşımaktadır. Yani, birinin kişisel görüşleri ve tercihleri Hz. Peygamber tarafından duyurulan kesin yasal buyrukların ve/veya ahlakî kayıtların üstüne çıkmamalıdır (karş. 4:65 ve ilgili not 84).

3 - Yani, o'nunla konuşurken veya (daha sonraki dönemlerde) o'nun hakkında konuşurken laubali davranmayın.

3. Bakın, Allah'ın Elçisi'nin huzurunda seslerini kısanlar var ya, işte onlar kalpleri, kendisine karşı sorumluluk bilinci ile [doldurularak] Allah tarafından sınananlardır; onlar için bağışlanma ve büyük bir mükafat vardır.
4. Gerçek şu ki [ey Peygamber,] seni evinin dışından çağıranlar var ya, (4) işte onların çoğu akıllarını kullanmazlar:

4 - Bu, ilk bakışta Hz. Peygamber ile ilgili görülmesine rağmen aynı zamanda o'nun halefi (halîfe) olarak hareket eden ve o'nun adına, yani İslamî kanunlar çerçevesinde kalarak yönetimde bulunan toplumun bütün liderleri (emîru'l-mu'minîn) için de geçerlidir. (Bizzat Hz. Peygamber'in kendisi ile ilgili olarak yukarıdaki saygılı davranışa çağrı, birçok önde gelen İslam düşünürüne göre, evine ziyarete gidildiğinde "o'na dışarıdan seslenme"nin yasaklandığını ifade etmektedir.)

5. çünkü, sen [kendi isteğinle] onların yanına gelinceye kadar sabred[ip bekle]selerdi, kendi lehlerine olurdu. Ama Allah yine de çok bağışlayıcıdır, bir rahmet kaynağıdır.
6. SİZ EY imana ermiş olanlar! Yoldan çıkmışın biri size [yalan] bir haber getirirse, muhakemenizi kullanın; (5) yoksa istemeden insanları incitir ve sonra yaptığınızdan pişmanlık duyarsınız. (6)

5 - Yani, bu tür haberlere veya söylentilere inanmadan önce gerçeği araştırın. Haber taşıyanlar burada "yoldan çıkmış/fâsık" olarak nitelendirilmişlerdir. Çünkü, başkalarının itibarını etkileyecek asılsız söylentilerin yayılması fiili, manevî bir incitme oluşturur.

6 - Böylece, önceki ayetlerde Allah'ın elçilerine -ve bunun kaçınılmaz gereği olarak, toplumun bütün adil liderlerine- saygı gösterilmesi gereği vurgulandıktan sonra, söylem, toplumun, kadın ve erkek her mensubunun şeref ve itibarını korumanın ahlakî gerekliliği konusuna geçmektedir. Bu prensip, daha açık bir şekilde 12. ayette ele alınmıştır.

7. Ve bilin ki, Allah'ın Elçisi aranızdadır: (7) O, her işinizde ve her zaman (8) sizin temayülünüze uysaydı, [toplum olarak] bundan zarar görürdünüz. Ama, görüldüğü gibi, Allah imanı[nızı] size sevdirdi, onu kalplerinizde güzelleştirdi ve hakikati inkar etmeyi, günah işlemeyi ve [güzel olan şeylere] karşı çıkmayı size çirkin gösterdi.İşte bunlar, doğru yönü izleyenlerdir

7 - Zımnen, "ve o, birbirinize karşı nasıl davranacağınız konusunda size örnek olmaktadır": yani o, üçüncü kişilerin onurunu etkileyecek bir şayiayı hemencecik kabul etmezdi; tersine, ya öyle şeyleri dinlemeyi tamamen reddederdi, yahut, toplumun menfaatleri için konuyu açıklığa kavuşturmak gerekli ise, gerçeği objektif bir şekilde araştırmaya koyulurdu.

8 - Lafzen, "her işte/durumda (emr)"; bunun anlamı, insanın, genellikle, gerçek bir kanıttan yoksun bulunan kötü söylentilere itibar etmeye meyyal olduğudur.

8. Allah'ın nimeti ve lütfu sayesinde; ve Allah her şeyi bilendir, hikmet Sahibidir.
9. O halde, müminler içinden iki grup çatışırsa (9) onlar arasında barışı sağlayın; ama sonra, iki [grup]tan biri diğerine haksız şekilde davranırsa, [davranışı]nı Allah'ın buyruğuna uygun hale getirinceye kadar, haksızlık yapan taraf ile mücadele edin; (10) (yaptıklarından) vazgeçerlerse adil bir şekilde aralarını bulun ve [onlara] eşit davranın: çünkü Allah, eşit davrananları sever!

9 - "Çatışma" ifadesi, burada, yukarıdaki 6. ayette değinilen incitici söylentilerin bir sonucu olan fiilî ve lafzî her türlü uyuşmazlığı ve çekişmeyi kapsar.

10 - Yani, müminler birer kardeş gibi davranmalıdır (bkz. bir sonraki ayet).

10. Bütün müminler kardeştir. (11) O halde, [her ne zaman araları açılırsa] iki kardeşinizin arasını düzeltin ve Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun ki O'nun rahmetine nail olasınız.

11 - İhve ("kardeşler" veya "kardeşlik") çoğul ismi, burada erkekleri veya kadınları aynı ölçüde kapsayan tamamen ideolojik bir muhtevaya sahiptir; keza bu ilke müteakiben sözü geçen "iki kardeşinizin" ifadesine de tatbik edilir.

11. SİZ EY imana ermiş olanlar! Hiçbir insan [başka] insanları alaya alıp küçümsemesin: belki o [alay edip küçümsedik]leri kendilerinden daha hayırlı olabilirler; ve hiçbir kadın [başka] kadınları [küçümseyip alaya almasın]: onlar kendilerinden daha hayırlı olabilirler. (12) Ve hiçbiriniz başka birini karalamasın, birbirinizi [yaralayıcı, incitici] lakaplar ile aşağılamayın: [kişi] iman ettikten sonra ona hiçbir şekilde günah isnad etmeyin; (13) ve [bu suçu işleyen, ama sonra] pişmanlık duymayanlar -işte gerçek zalimler onlardır!

12 - Bunun anlamı şudur: Müminler, ister kadın ister erkek olsun, birbirlerini asla alaya almamalı, küçümsememelidirler (Zemahşerî, Beydâvî).

13 - Bu aşağılanandan çok aşağılayanın imanı için geçerlidir (Râzî): karş. 6:82 -"zulüm işleyerek inançlarını karartmayanlar."

12. Siz ey imana ermiş olanlar! [Birbiriniz hakkında] yersiz zanda bulunmaktan kaçının; (14) çünkü [bu şekildeki] zannın bir kısmı [da] günahtır; birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın, ve arkanızdan birbirinizi çekiştirmeye kalkışmayın. Aranızdan, hiç ölmüş kardeşinin etini yemek isteyen kimse çıkar mı? Hayır, siz ondan iğrenirsiniz! Ve Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, rahmet kaynağıdır!

14 - Yani, başka bir kişinin davranış motifleri hakkında temelsiz kuşkulara yol açabilecek bir zan: bkz. 24:19, not 22.

13. Ey insanlar! Bakın, Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık, (15) ve sizi kavimler ve kabileler haline getirdik ki birbirinizi tanıyabilesiniz. (16) Şüphesiz, Allah katında en üstün olanınız, O'na karşı derin bir sorumluluk bilincine sahip olanınızdır. Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır.

15 - Yani, "her birinizi bir anne ve babadan yarattık" (Zemahşerî, Râzî, Beydâvî) -biyolojik orijindeki bu eşitliğin bütün insanlar için geçerli olan insan onurundaki eşitliğe yansıdığına işaret.

16 - Yani, hepinizin birbiriniz üzerinde hiçbir kalıtımsal üstünlüğe sahip olmadan tek bir insanlık ailesine mensup olduğunuzu bilesiniz (Zemahşerî). Bu, önceki iki ayette geçen, insanların birbirlerinin onurunu koruma ve gözetmeleri tavsiyesi ile bağlantılıdır. Başka bir deyişle, insanların "kavimler ve kabileler"e dönüşmesi, görünürdeki farklılıklarının ardındaki temel insanî birliği/birlikteliği anlama ve takdir etme eğilimini azaltmayı değil, tersine bu eğilimi arttırmayı amaçlamaktadır. Ve bunun karşılığında da bütün ırkçı, milliyetçi/kavmiyetçi veya kabilevî önyargılar (‘asabiyye) kınanmıştır. Kur'an'da zımnen, Hz. Peygamber tarafından ise daha açık bir şekilde kınanmıştır (bkz. 28:15, not 15'in ikinci bölümü). Ayrıca, Hz. Peygamber, insanların kavmî veya kabilevî geçmişlerini yüceltmeleri konusunda şunları söylemiştir: "Bakınız, Allah, atalarını yüceltmeye dayanan cahiliyye şirkinin kibrini sizden uzaklaştırdı. İnsan, ya Allah'a karşı sorumluluğunun bilincinde olan bir mümin, yahut çaresiz bir günahkardır. Bütün insanlar Hz. Âdem'in evlatlarıdır ve Hz. Âdem balçıktan yaratılmıştır" (Ebû Hureyre'nin rivayetiyle Tirmizî ve Ebû Dâvûd'da nakledilen Hadisin bir bölümü).

14. BEDEVÎLER, "Biz imana erdik" derler. De ki [onlara, ey Muhammed]: "Siz [daha] imana ermediniz: ‘Biz [zahiren] teslim olduk' demeniz daha doğrudur; çünkü [gerçek] inanç henüz kalplerinize girmiş değil". (17) Ama Allah'a ve Elçisi'ne [gerçekten] kulak verirseniz O, hiçbir işinizin (18) boşa gitmesine izin vermez: çünkü şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, bir rahmet kaynağıdır.

17 - Bu, bedevîlerin şiddetli kabileciliklerine ve "geçmişleri ile gurur duymaları"na (Râzî) bir işaret olduğundan, yukarıdaki ayet, bir önceki ayette geçen, bütün kabilevî tercihlerin ve önyargıların kınanmasıyla ve gerçek inancın ön şartı olarak bunları terk etmeye çağrılmaları ile ilişkilidir. Bu, öncelikle Hz. Peygamber'in çağdaşı bedevîler ile ilgili olmasına rağmen gerçekte genel ve çağlar üstü bir muhtevaya sahiptir.

18 - Yani, "atalarınızın Allah katında hiçbir değer taşımayan sözde ‘ihtişamlı işleri'nden farklı olarak sizin kendi işlerinizin".

15. [Şunu bil ki, gerçek] müminler, yalnızca, Allah'a ve Elçisi'ne iman edenler ve (bu konuda) bütün şüphelerden uzak duranlardır; (19) ve Allah yolunda bütün malları ve canları ile cihad edenlerdir: işte onlardır sözlerinde duranlar!

19 - Lafzen, "ondan sonra hiçbir şüphe taşımayanlardır".

16. De ki: "Siz, Allah'a dininizi[n mahiyetini] mi öğret[mek ist]iyorsunuz? (20) Allah göklerde ve yerde olan her şeyi bilir. Allah her şeyin eksiksiz bilgisine sahiptir!"

20 - Önceki pasaj gibi bu da, ilk bakışta Hz. Peygamber'in bazı çağdaşlarına yönelikse de aslında yalnızca inandıklarını beyan etmelerinin ve inancın şeklî şartlarına riayet etmelerinin kendilerini mümin yapacağını zanneden her dönemdeki bütün insanları kapsayan bir anlama sahiptir.

17. Birçok insan, (21) [sana] teslim olmak suretiyle (22) [ey Muhammed], sana bir lütufta bulunduklarını zannederler. De ki: "Teslimiyetinizi bana bir lütuf olarak görmeyin: hayır, tersine size iman yolunu göstermek suretiyle Allah size lütufta bulunmuştur; eğer sözünüzde samimi iseniz!"

21 - Lafzen, "onlar" (bkz. önceki not).

22 - Yani, "sana tâbi olduklarını ilan etmek suretiyle".

18. Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin bütün sırlarını bilir ve bütün yaptıklarınızı görür.
KURAN uygulamasını telefonunuza siz de yükleyin: