Meal Seç / Sure Seç

Mümtahine Suresi

TÜRKÇE - MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ


( MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ )

60 - Mümtahine
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA (1)

1 - Otoritelerin çoğunluğuna göre, (9. sure -Tevbe- hariç bütün surelerin başında yer alan) bu ifade Fâtiha'nın ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Bu nedenle 1. ayet olarak numaralandırılmıştır. Bütün diğer örneklerde ise besmele, surelerin başında yer alır ve fakat ayet sayılmaz. Rahmân ve Rahîm ilahî sıfatlarının her ikisi de "bağışlama", "merhamet", "şefkat" anlamına gelen ve fakat daha da kapsayıcı bir mana ifade eden rahmet isminden (bu ismin masdarından) türetilmişlerdir. İlk zamanlardan bu yana İslam alimleri, bu iki terimi birbirinden ayıran anlam nüanslarını tanımlamaya çalışmışlardır. Bu açıklamaların en ikna edici ve sade olanı İbni Kayyım'a aittir (Menâr I, 48'den naklen): (Ona göre,) Rahmân terimi, Allah'ın Varlığı kavramında içkin (mündemiç) bulunan ve ondan koparılması mümkün olmayan rahmet saçıcılığı vasfını kapsarken, Rahîm, bu rahmetin O'nun mahlukatı üzerindeki tezahürünü ve onlar üzerindeki etkisini, başka bir deyişle O'nun aktivite (faaliyet) tarafını ifade eder.

        
Bütün mükemmellik vasıfları32 [yalnız] O'nundur. Göklerde ve yerde olan her şey O'nun sınırsız şanını yüceltir: çünkü yalnız O'dur kudret ve hikmet sahibi olan! Bu surenin baştan beri kendisiyle tanındığı anahtar sözcük, 10. ayetinde geçen "onları sınayın" (fe'mtehinû'hunne) emrinden alınmıştır. Hudeybiye Antlaşması'nın (bkz. 48. surenin -Feth- giriş notu) yapılmasından birkaç ay sonra -H. 7. yıldan daha önce olmayıp, muhtemelen 8. yılın başlarında- nazil olan Mümtehine, genel olarak, inananların inkarcılar ile ilişkileri konusu üzerinde yoğunlaşmıştır. Hz. Peygamber'in Ashab'ından çoğu bu problemleri, tabiatıyla, şahit oldukları tarihî olayların merceğinden görmüş olmalarına rağmen, bu surede sıralanan emirlerin muhtevası, sözkonusu özel tarihî durumla sınırlandırılamaz. Tersine bu sure, Kur'an'da daima yapıldığı gibi, her dönemdeki müminlerin nasıl davranmaları gerektiği konusunda kesin bir çerçeve çizmektedir.
1. SİZ EY imana ermiş olanlar! Size gelmiş olan bütün hakikatleri inkar eden ve [yalnızca] Rabbiniz Allah'a inandığınız için Elçi'yi ve sizi (yurtlarınızdan) süren (1) düşmanlarımı -ki onlar aynı zamanda sizin de düşmanlarınızdır- (2) şefkat göstererek dost edinmeyin! Eğer Benim yolumda cehd göstermek için ve Benim rızamı kazanmak arzusuyla [evlerinizden] çıkıp gitti[ği]niz [doğru] ise, onlara gizli bir şefkatle yaklaş[arak dostluk yap]mayın: çünkü hem açıktan yaptığınız hem de gizlemiş olduğunuz her şeyden tamamiyle haberdarım. Ve içinizden bunu her kim yaparsa doğru yoldan sapmış olur. (3)

1 - Tarihî olarak bu ifade, Hz. Peygamber ve arkadaşlarının Mekke'den Medine'ye sürülmelerine bir işarettir. Ama daha genel anlamda, inananların her zaman "hakikati inkar edenler," yani dinî inançlara düşman olanlar tarafından zulme uğratılmaları ihtimalini ifade eder.

2 - Lafzen, "ve sizin düşmanlarınızı" -kasıtlı olarak Allah'ın mesajlarını inkar edenlerin sırf bu sebepten (ipso facto) ona inananlara düşman olduklarına işaret eder.

3 - Bu surenin 7-9. ayetlerinde de gösterildiği gibi, inanmayanları dost edinmenin yasaklanması, sadece inananlara karşı aktif şekilde düşmanlık yapanları kapsamaktadır (karş. 58:22 ve ilgili not).

2. Onlar eğer size üstün gelselerdi [yine] düşmanınız olarak kalırlardı ve size karşı kötü niyetle el kaldırır, dil uzatırlardı: çünkü sizin [de] hakikati inkar etmenizi isterlerdi.
3. Ama [unutmayın ki] ne akrabalarınız ne de [hatta] kendi çocuklarınız Kıyamet Günü size bir fayda sağlar, [çünkü o Gün] Allah aranızda [yalnızca erdemli davranıp davranmadığınıza göre] karar verecektir: ve Allah bütün yaptıklarınızı görür.
4. Gerçekten İbrahim'de ve o'na uyanlarda sizin için güzel bir örnek vardı: onlar kendi [putperest] toplumlarına şöyle seslenmişlerdi: "Kesinlikle biz sizden de Allah'tan başka bütün o taptıklarınızdan da uzağız; sizin inandığınız her şeyi inkar ediyoruz; sizinle bizim aramızda, Tek Allah'a inanacağınız zamana kadar (4) sürecek bir düşmanlık ve nefret vardır!" Tek istisna, (5) İbrahim'in, babasına: "Senin için [Allah'tan] bağışlama dileyeceğim, ama senin adına Allah'tan herhangi bir şey elde etmek benim elimde değil" (6) demesiydi. [Ve İbrahim ile ona uyanlar,] "Ey Rabbimiz!" diye yalvardılar, "Sana güveniyor ve Sana yöneliyoruz: çünkü bütün yolların varışı Sanadır.

4 - Ebeden zarfından hemen sonra hattâ ("...e kadar") edatı geldiğinden, ona, Kur'an'ın bugüne kadar Batı dillerine yapılan bütün çevirilerinde yapıldığı gibi, "ebediyyen" anlamı vermek hatalı olur. Ebed isminin "zaman" veya "uzun zaman", yani belirsiz bir süreye sahip zaman (Cevherî, Zemahşerî'nin Esâs'ı, Muğnî, vb.) orijinal anlamı gözönüne alındığında, ebeden kelimesi, en doğrusu, bu bağlamda "... zamana kadar" şeklinde çevrilebilir.

5 - Lafzen, "Ancak ..."; yani, Hz. İbrahim'in "sizinle bizim aramızda ... sürecek bir düşmanlık ve nefret vardır" sözünün bir istisnası olarak. Başka bir deyişle, ebeveyn sevgisi, Hz. İbrahim'i, babasını daha sonra -bir putperest olarak öldükten sonra- reddetmiş olsa da, "düşmanlık ve nefret" sözünün dışında tutmaya sevk etmiştir (karş. 9:114).

6 - Karş. 19:47-48.

5. Ey Rabbimiz! Bizi hakikati inkar edenler için bir oyun ve eğlence aracı (7) yapma! Ve günahlarımızı bağışla, ey Rabbimiz: çünkü Sensin tek kudret ve hikmet sahibi!"

7 - Lafzen, "kötülük teşvikçisi/sebebi" (fitne): karş. fitne teriminin buradaki ile aynı anlamda kullanıldığı 10:85.

6. Onlarda, Allah'ı ve Ahiret Günü'nü [ümit ve korku ile (8) ] bekleyen herkes için güzel bir örnek bulursunuz. Eğer biriniz yüz çevirirse, [bilsin ki] Allah hiç kimseye muhtaç değildir, bütün övgülere tek layık olandır.

8 - Bu ikili anlam, 33:21'deki benzer ifadede olduğu gibi, raceve fiilinde ve ondan üretilen bütün isim kalıplarında geçerlidir.

7. [Ama] belki Allah, [ey müminler,] [şimdi] düşman olarak gördüğünüz kimseler ile sizin aranızda [karşılıklı] bir yakınlık oluşturabilir: çünkü Allah her şeye kâdirdir ve çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.
8. İnanc[ınız]dan dolayı size karşı savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan sürmeyen [inkarcılara] gelince, Allah onlara nezaketle ve adaletle davranmanızı yasaklamaz: (9) çünkü Allah adil davrananları sever.

9 - "Allah... yasaklamaz" ifadesi, bu bağlamda, olumlu bir tavsiyeye işaret eder (Zemahşerî). Bkz. ayrıca 58:22, not 29.

9. Allah, yalnızca, inanc[ınız]dan dolayı size karşı savaşan ve sizi anayurdunuzdan süren veya [başkalarının] sizi sürmesine yardım edenlere dostlukla yaklaşmanızı yasaklar; ve [içinizden] onlara dostluk gösterenlere gelince, gerçek zalimler işte onlardır!
10. SİZ EY imana ermiş olanlar! Mümin kadınlar her ne zaman zulüm ve kötülük diyarını terk ederek (10) size gelirlerse, Allah onların inancından tam haberdar [olduğu halde] siz yine de onları sınayın; (11) eğer mümin olduklarına tam emin olursanız, onları inkarcılara geri göndermeyin, [çünkü] onlar [artık] eski kocalarına (12) helal [değiller], ve ötekiler de bunlara helal [değiller]. Ayrıca, onlar [hanımlarına mehir olarak] ne verdilerse hepsini iade edin. (13) Ve [ey müminler,] siz bu kadınlarla mehirlerini verdikten sonra evlenirseniz bir günah işlemiş olmazsınız. Diğer taraftan, hakikati inkar [etmeye devam] eden kadınlarla (14) evlilik bağınızı sürdürmeyin ve onlara [mehir olarak] ne verdiyseniz [iade etmelerini] isteyin, aynı şekilde ötekiler, [hanımları size gelmiş olanlar da,] harcadıkları her şeyi[n iadesini] talep etme hakkına sahiptirler. (15) Bu, Allah'ın hükmüdür: O, sizin aranızda [adaletle] hükmeder; çünkü Allah, her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.

10 - Lafzen, "göç edenler olarak" (muhâcirât). Bu terimi yukarıdaki şekilde çevirmemin bir açıklaması için bkz. sure 2, not 203.

11 - H. 6. yılda Hz. Peygamber ile Mekke'nin müşrik Kureyşlileri arasında yapılan Hudeybiye Antlaşması'na göre, Mekkeli bir genç veya velayet altındaki başka bir kişi, velisinin izni olmadan Müslümanlara kaçarsa Kureyş'e iade edilecekti (bkz. sure 48'in giriş notu). Kureyşliler, bu hükmün evli kadınları da kapsadığını düşünüyorlardı; çünkü onlara göre evli kadınlar kocalarının "velayeti" altındaydılar. Buna göre, birçok Mekkeli kadın kocalarının arzusu hilafına İslam'a girdikleri ve Medine'ye göç ettikleri zaman, Kureyş, onların zorla Mekke'ye iade edilmelerini talep etti. Ancak Hz. Peygamber, evli kadınların "velayet altındaki kişiler" kategorisine girmediği gerekçesiyle bu talebi reddetti. Ama, kadınların bir kısmının inançlarından dolayı değil, tamamen dünyevî endişelerle Müslümanlar tarafına geçmesi ihtimalinin her zaman mevcut olması sebebiyle samimiyetlerini Müslümanlara isbat etmeleri emredildi. Bundan sonra Hz. Peygamber, her kadına şöyle sesleniyordu: "Kocalarınıza olan nefretiniz, yahut başka bir ülkeye gitme arzunuz sebebiyle veya dünyevî bazı menfaatler sağlama ümidiyle ayrılmadığınıza Allah'ın huzurunda yemin edin; Allah'a ve Elçisine duyduğunuz sevgiden başka bir sebeple gelmediğinize yemin edin." (Taberî). Allah insanların kalplerindekini kesinlikle bildiğinden, bu kadınların verecekleri olumlu cevaplar, samimiyetlerinin tek mümkün -ve bu nedenle hukuken yeterli- delili olarak görülüyordu. Yalnızca Allah insanların kalplerindekini bildiği için, yetişkin bir kimse iman ettiğini açıkça beyan ettiği zaman, tersine bir kanıtın olmaması halinde, toplum o kişiyi -ister erkek isterse kadın olsun- yalnızca bu beyanına dayanarak Müslüman olarak kabul etmek zorundadır.

12 - Lafzen, "onlara". Böylece, bir kadının İslam'ı kabul etmesi, ama kocasının bunun dışında kalması halinde bu evlilik, İslamî açıdan otomatik olarak bozulmuş sayılır.

13 - Böyle bir bozulma, hul‘ ile (kadının Müslüman kocasından boşanması üzerine evliliğin bozulması, bkz. 2:229'un ikinci paragrafı ile ilgili not 218) aynı şartlara tâbi olmalıdır. Bu, şu demektir: Müslüman olmayan eski koca bu tür evlilik yükümlülüklerinden muaf sayıldığından, kadın, sözleşmeyi bozan taraf olarak görülmeli ve bu nedenle, evliliğin başında kocasından aldığı mehri iade etmelidir. Bunu yapmaya imkanı olmaması halinde, Müslüman toplum eski kocaya tazminat ödemekle yükümlüdür: "iade edin" (lafzen, "verin") emrindeki çoğul halin sebebi budur.

14 - Yani, Müslümanlığı kabul eden erkeklerin, inançlarını ve gayrimüslim çevrelerini terk etmeyi reddeden müşrik eşleriyle: ki bu durumda Müslüman koca, evliliği bâtıl ve geçersiz saymak durumundadır. Kocalarını terk ederek inkarcılara katılan ve inançlarını reddeden Müslüman kadınlar için bkz. ayet 11.

15 - Lafzen, "... talep etsinler."

11. Eğer hanımlarınızdan biri (sizi bırakıp) hakikati inkar edenlere giderse ve siz de buna üzülürseniz (16) o zaman hanımları bırakıp giden (koca)lara [hanımlarına mehir olarak] harcadıklarına (17) eşit bir şey verin ve inandığınız Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun!

16 - Lafzen, "ve böylece siz de bundan payınızı alırsanız", yani hanımları önceki inançlarını reddederek Müslümanlara katılan inkarcılar gibi.

17 - Kural olarak, inkarcıların, bu şekilde terk edilmiş olan bir kocaya tazminat ödemeleri beklenemeyeceğinden Müslüman toplumun bir bütün olarak bu yükümlülüğü yerine getirmesi gerekir. Gerçekte, Hz. Peygamber'in yaşadığı süre içinde bu şekilde yalnız altı irtidat olayı vuku bulmuştu (ki tümü Mekke'nin H. 8. yılda fethinden önce olmuştu); ve her olayda Müslüman kocaya, Hz. Peygamber'in emri üzerine, devlet hazinesinden başta kendisinin ödediği mehire eşit miktarda bir ödeme yapılmıştı (Beğavî ve Zemahşerî).

12. Ey Peygamber! Mümin kadınlar ne zaman sana gelip (18) [bundan böyle] Allah'tan başka hiçbir şeye ilahlık yakıştırmayacaklarını, hırsızlık yapmayacaklarını, (19) zina etmeyeceklerini, çocuklarını öldürmeyeceklerini, (20) hiç yoktan yalan uydurarak (21) iftira atmayacaklarını ve [bildireceğin] hiçbir hakikate karşı çıkmayacaklarını [taahhüt ederek] sana bağlılıklarını bildirirlerse, onların bağlılık taahhütlerini kabul et ve Allah'tan onların [geçmiş] günahlarını affetmesini dile: çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.

18 - Bu ifade, yukarıdaki 10. ayet ile ve özellikle, "... onları sınayın ... ve onların mümin olduklarına tam emin olursanız ..." sözleriyle bağlantılıdır (bkz. not 11). Böylece, onların imanı konusunda mümkün olduğu ölçüde "emin olduktan" sonra Hz. Peygamber -veya daha sonraki dönemlerde, İslam devletinin veya toplumunun lideri-, "sınama"nın sonucunda bağlılık taahhütlerini (bey‘at) kabul etmeye yetkilidir. Ayrıca bu taahhüdün, esas olarak erkek mühtedîlerin taahhüdünden bir farkı olmadığına dikkat edilmelidir.

19 - Râzî'ye göre "hırsızlar" terimi, bu bağlamda, dolandırıcılık ve öteki gayrimeşru yollarla her türlü kazanç sağlanmasını kapsar.

20 - Zımnen, "Müşrik Araplar'ın sıkça yaptığı gibi, istemedikleri kız çocuklarını, diri diri gömerek" (bkz. ayrıca 6:151, not 147).

21 - Lafzen, "elleri ve ayakları arasında": yani, kendi kendilerine. "Eller" ve "ayaklar", her türlü insan faaliyetini sembolize eder.

13. SİZ EY imana ermiş olanlar! Allah'ın gazabına uğrayan toplum ile dost olmayın! (22) Onlar[ı dost edinenlerin] öteki dünya ile ilgili hiçbir ümitleri kalmamıştır; (23) tıpkı bu hakikat inkarcılarının, [şimdi] mezarlarında yatanları [tekrar görme] ümitlerini kaybetmiş bulunmaları gibi. (24)

22 - Karş. 58:14 ve ilgili not 25, ki "Allah'ın gazabına uğrayan toplumu dost edinenler"e atfı açıklamaktadır.

23 - Yani, yalnızca öteki dünyaya inancı olmayan toplum doğru ile eğri arasında "tarafsız" kalabilir.

24 - Çünkü, yeniden dirilme düşüncesini/inancını kesinlikle reddetmişlerdir.

KURAN uygulamasını telefonunuza siz de yükleyin: