Meal Seç / Sure Seç

Naziat Suresi

TÜRKÇE - MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ


( MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ )

79 - Naziat
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA (1)

1 - Otoritelerin çoğunluğuna göre, (9. sure -Tevbe- hariç bütün surelerin başında yer alan) bu ifade Fâtiha'nın ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Bu nedenle 1. ayet olarak numaralandırılmıştır. Bütün diğer örneklerde ise besmele, surelerin başında yer alır ve fakat ayet sayılmaz. Rahmân ve Rahîm ilahî sıfatlarının her ikisi de "bağışlama", "merhamet", "şefkat" anlamına gelen ve fakat daha da kapsayıcı bir mana ifade eden rahmet isminden (bu ismin masdarından) türetilmişlerdir. İlk zamanlardan bu yana İslam alimleri, bu iki terimi birbirinden ayıran anlam nüanslarını tanımlamaya çalışmışlardır. Bu açıklamaların en ikna edici ve sade olanı İbni Kayyım'a aittir (Menâr I, 48'den naklen): (Ona göre,) Rahmân terimi, Allah'ın Varlığı kavramında içkin (mündemiç) bulunan ve ondan koparılması mümkün olmayan rahmet saçıcılığı vasfını kapsarken, Rahîm, bu rahmetin O'nun mahlukatı üzerindeki tezahürünü ve onlar üzerindeki etkisini, başka bir deyişle O'nun aktivite (faaliyet) tarafını ifade eder.

        
Önceki sureden (Nebe') kısa bir müddet sonra nazil olan bu geç-dönem Mekkî sure, ismini ilk ayetinde geçen nâzi‘ât kelimesinden almaktadır.
1. DÜŞÜN bu [yıldız]ları, batmak üzere yükselen; (1)

1 - Yemin ifade eden ve edatını "Düşün" diye çevirmem konusunda bkz. 74:32, not 23'ün ilk bölümü -ilk dönem müfessirleri, bu surenin 1-5. ayetleri ile ilgili açıklamalarında geniş ölçüde farklı görüşler serdetmişlerdir. En yaygın olan yorum, en-nâzi‘ât, en-nâşitât, es-sâbihât, es-sâbikât ve el-müdebbirât betimleyici isim-fiillerinin meleklere ve onların ölenlerin ruhlarıyla ilgili tasarruflarına işaret ettiği şeklindedir. Bu yorum, Ebû Müslim el-İsfehânî tarafından şiddetle reddedilmiştir. İsfehânî, -Râzî tarafından aktarıldığına göre- yukarıdaki beş isim-fiilde olduğu gibi, Kur'an'da meleklerin hiçbir zaman dişil halde anılmadıklarını ve bu pasajın da bir istisna teşkil edemeyeceğini söyler. Aynı ölçüde zayıf -çünkü bir hayli abartılı- diğer görüşler de, bu beş isim-fiili ölenlerin ruhlarına, yahut cihada katılmış olan savaşçılara veya savaş bineklerine vb. bağlayan açıklamalardır. En açık ve basit yorum, Katâde (Taberî ve Beğavî'den naklen) ve Hasan Basrî (Beğavî ve Râzî'den naklen) tarafından getirilmiştir. Onlar, bu pasajda kasdedilen şeyin, yıldızlar -güneş ve ay da dahil- ve onların uzaydaki hareketleri olduğunu ileri sürmüşlerdir: bu yorum, sözkonusu semavî varlıkların çok çeşitli yörüngeleri ve farklı hızlarıyla büyük bir uyum içinde bulunmalarını Allah'ın planının ve yaratıcılığının bir kanıtı olarak vurgulayan Kur'an'ın diğer birçok pasajı ile de uyuşmaktadır. Bu yoruma göre, ilk ayette geçen en-nâzi‘ât isim-fiili, yıldızların günlük "yükselişleri"ni veya "doğuşları"nı gösterir. Onların daha sonraki "batışları" ise, ğarkan ifadesi ile gösterilmiştir ki bu ifade, "batma" (yani, gözden kaybolma) ve mecazî olarak, bu günlük olayın bir "bütünlük" teşkil etmesi kavramlarını içerir (Zemahşerî).

2. ve [yörüngelerinde] istikrarlı şekilde hareket eden, (2)

2 - Yani, bir burçtan öbürüne geçerek (Zemahşerî).

3. ve [uzayda] sakin sakin yüzen,
4. ve hızlı şekilde [birbirini] izleyen, (3)

3 - Bu, yörüngelerinde dolaşan yıldızların farklı hızlarına (Hasan Basrî ve Ebû ‘Ubeyde, Râzî'den naklen) ve yörüngelerin birbirleriyle olan bağlantılarına bir işarettir.

5. böylece [Yaratıcı'nın] buyruğunu yerine getiren!
6. [O HALDE, (4) düşün] şiddetli bir sarsıntının [dünyayı] sarstığı Gün[ü],

4 - Yani, yukarıda zikredilen Allah'ın kudretinin ve insanın O'nun nihaî yargısına tâbi olmasının kanıtlarının fark edilmesi üzerine.

7. daha büyük [sarsıntı]ların ardından geleceği (Günü)!
8. O Gün [insanların] kalpleri titreyerek çarpacak
9. [ve] gözleri yere bakacak...
10. [Ama hâlâ] bazıları: "Ne yani!" diyorlar, "Biz gerçekten eski halimize mi döndürüleceğiz,
11. çürüyen kemik [yığını] olsak bile?"
12. [Ve] ilave ediyorlar: "Öyleyse bu, zararlı bir dönüş olur!" (5)

5 - Böyle bir durumun, onların bugün "akla ve mantığa uygun" görülen varsayımlarında ne kadar hatalı olduklarını göstereceğini müstehzî şekilde ifade eden bir deyim (Zemahşerî).

13. [Ama] o zaman, [Son Saat], bir tek çığlık [gibi ansızın onların üzerine] kopacak,
14. işte o zaman [hakikati] anlayacaklar!
15. MUSA'NIN kıssasından hiç haberin oldu mu? (6)

6 - Önceki pasaj ile bağlantılı olarak ele alındığında, Hz. Musa'nın kıssası (ki 20:9-98'de daha ayrıntılı olarak anlatılır), burada herkesin Hesap Günü bu dünyada yaptıklarının hesabını vermek zorunda bulunduğu ve her peygamberin temel görevinin insanı bu sorumluluğunun bilincine ulaştırmak olduğu gerçeğinin bir tasviri olarak anlatılmıştır.

16. Hani kutsal bir vadide Rabbi o'na şöyle seslenmişti: (7)

7 - Bkz. 20:12, not 9. "Hani" olarak çevirdiğim, bu cümlenin başındaki iz edatının anlamı için bkz. sure 2, not 21.

17. "Sen, Firavun'a git -çünkü o hak ve adalet sınırlarını ihlal ediyor-
18. ve [ona] söyle: ‘Arınmaya istekli misin?
19. [Eğer istekliysen] o zaman seni Rabbin[i tanıma mertebesin]e ulaştıracağım ki [bundan sonra] O'nun korkusunu duyasın.'" (8)

8 - İnsanın, Allah'ın varlığının tam bilincinde olmadıkça ahlakî olarak doğru ile yanlış arasında gerçek bir ayrım yapamayacağına işaret; ve Allah adil olduğundan, bu ayrımı yapma derecesine, yahut önceki cümlede ifade edildiği gibi, "[ahlakî] arınmaya" henüz ulaşmamış bulunan hiç kimseyi cezalandırmaz: karş. 6:131 -"bir toplumun fertleri, [doğru ile eğrinin anlamından] habersiz olduğu sürece Rabbin o toplumu yaptığı yanlışlıklardan dolayı asla yok etmez".

20. Bunun üzerine (Musa), [Firavun'a gitti ve] ona [Rabbinin rahmetinin eseri olan] büyük mucizeyi anlattı. (9)

9 - Lafzen, "ona büyük mucizeyi gösterdi", yani Allah'ın sınırsız rahmetiyle en inatçı günahkara bile gösterdiği hidayeti.

21. Ama [Firavun] o'nu yalanladı ve [hidayeti] şiddetle reddetti,
22. sonra da kaba bir şekilde [Musa'ya] sırtını döndü;
23. daha sonra [ileri gelen adamlarını] topladı ve [halkını] çağırdı,
24. ve onlara "Ben sizin en yüce rabbinizim!" dedi. (10)

10 - Karş. 28:38 ve ilgili not 36. Firavun'un ilahî bir statü iddiasında bulunması, onun "hak ve adalet sınırlarını ihlal etmesi" (yukarıdaki 17. ayet) günahının en büyüğüdür.

25. Bunun üzerine Allah onu yakalayıp hesaba çekti [ve bunu] hem bu dünyada (11) hem de öteki dünyada uyarıcı bir örnek yaptı.

11 - Lafzen, "ilk [hayat]ta". Bkz 7:137'nin son cümlesi -"Firavun'un ve halkının yapıp yükselttiklerini, hepsini yerle bir ettik"- ve ilgili not 100.

26. Bunda, şüphesiz, [Allah'ın] ürperti ve korkusunu duyanlar için bir ibret vardır.
27. [EY İNSANLAR!] Sizi yaratmak, göğü yaratmış olan Allah için daha mı zordur? (12)

12 - Lafzen, "sizi yaratmak mı, yoksa göğü yaratmak mı daha zordur?" "Gök", burada Kur'an'ın başka birçok yerinde olduğu gibi, "kozmik sistem"i gösteren bir mecazdır (karş. 2:29, not 20). Yukarıdaki ayet, bundan önceki daha açık bir pasajın, 40:56-57'nin -ki ilgili notlar 40 ve 41 ile birlikte okunmalıdır- bir tekrarıdır. Bu her iki pasaj, Allah'ın eseri olan evrenin boyutu ve karmaşıklığı ile karşılaştırıldığında, insanın bir hiç olduğuna işaret etmek suretiyle "insan-merkez"li evren görüşünü reddetmektedir.

28. O, gök-kubbeyi yükseltmiş ve ona gerektiği gibi biçim vermiştir; (13)

13 - Bkz. sevvâ fiilinin Kur'an'ın nüzul kronolojisinde yukarıdaki anlamda ilk defa kullanıldığı yer olan 87:2.

29. onun gecesini karanlık yapmış ve gündüzünü aydınlatmıştır.
30. Ve ardından yeri düzenleyip yaymıştır,
31. yerden suyu ve bitki örtüsünü çıkartmış, (14)

14 - "Bitki örtüsü" (mer‘â) terimi, burada, mecazî olarak insan veya hayvanın tüketimine uygun her türlü bitkisel ürünü göstermektedir (Râzî).

32. ve dağları sağlam şekilde yerleştirmiştir:
33. [bütün bunlar] sizin ve hayvanlarınızın geçinmesi için[dir]. (15)

15 - İnsanın, Allah'a şükretmesi ve her zaman O'nun rızık sağlayıcılığının bilincinde olması gerektiğine işaret (80:24-32'de olduğu gibi): bu nedenle söylem, yeniden dirilme ve nihaî hesap konusuna tekrar dönüş yapmaktadır.

34. VE BÖYLECE, büyük, sarsıcı [yeniden dirilme] olayı gelip çattığında,
35. o Gün insan yaptığı her şeyi [açıkça] hatırlayacak;
36. ve [cehennemin] yakıcı ateşi, onu gör[meye mahkum edil]en herkesin karşısına getirilecektir. (16)

16 - Karş. 26:91- "büyük azgınlıklar içinde yitip gitmiş olanların karşısına çıkarılacaktır", böylece insana, öteki dünyadaki azabın ("cehennem"), kasıtlı kötülükler yoluyla uğranılan ruhî yıkımın kaçınılmaz bir sonucu olduğu hatırlatılmaktadır.

37. Çünkü, hak ve adalet sınırlarını ihlal eden,
38. ve bu dünya hayatını [ruh temizliğine] tercih eden[in]
39. varacağı yer o yakıcı ateştir!
40. Ama Rabbinin huzurunda korku ile duranın ve nefsini kötü arzulardan alıkoyanın
41. varacağı yer cennettir!
42. [EY PEYGAMBER,] sana Son Saat'i soruyorlar: "Ne zaman gelip çatacak?"
43. Sen onun hakkında ne söyleyebilirsin ki? (17)

17 - Lafzen, "sen onu nasıl [yahut "nereden"] ifade edebilirsin (min zikrâhâ)?"

44. [Çünkü] onun [bilgisinin] başı ve sonu (18) yalnız Rabbinin katındadır!

18 - Lafzen, "onun nihaî sınırı", yani onun hakkında bilinebilecek her şeyin başı ve sonu. Karş. 7:187 ve ilgili not 153.

45. Sen ancak ondan korkanları uyar[mak için gönderil]mişsin.
46. Onu anladıkları Gün [onlara, bu dünyada] bir akşamdan ya da kuşluğuyla [birlikte sona eren bir gece]den fazla kalmamışlar [gibi gelecek]! (19)

19 - Kur'an'ın başka birçok yerinde olduğu gibi (mesela, 2:259, 17:52, 18:19, 20:103-104, 23:112-113, 30:55 vb.) bu da, beşerî "zaman" kavramının yanıltıcı maddî/dünyevî niteliğine çok ince bir işarettir -ki "zaman" kavramı, "öteki dünya" (âhiret) teriminde ifadesini bulan nihaî gerçeklik karşısında bütün anlamını kaybetmektedir.

KURAN uygulamasını telefonunuza siz de yükleyin: