TÜRKÇE - MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ( MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ ) |
32 - Secde |
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA (1)
1 - Otoritelerin çoğunluğuna göre, (9. sure -Tevbe- hariç bütün surelerin başında yer alan) bu ifade Fâtiha'nın ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Bu nedenle 1. ayet olarak numaralandırılmıştır. Bütün diğer örneklerde ise besmele, surelerin başında yer alır ve fakat ayet sayılmaz. Rahmân ve Rahîm ilahî sıfatlarının her ikisi de "bağışlama", "merhamet", "şefkat" anlamına gelen ve fakat daha da kapsayıcı bir mana ifade eden rahmet isminden (bu ismin masdarından) türetilmişlerdir. İlk zamanlardan bu yana İslam alimleri, bu iki terimi birbirinden ayıran anlam nüanslarını tanımlamaya çalışmışlardır. Bu açıklamaların en ikna edici ve sade olanı İbni Kayyım'a aittir (Menâr I, 48'den naklen): (Ona göre,) Rahmân terimi, Allah'ın Varlığı kavramında içkin (mündemiç) bulunan ve ondan koparılması mümkün olmayan rahmet saçıcılığı vasfını kapsarken, Rahîm, bu rahmetin O'nun mahlukatı üzerindeki tezahürünü ve onlar üzerindeki etkisini, başka bir deyişle O'nun aktivite (faaliyet) tarafını ifade eder. |
|
1. | Elif-Lâm-Mîm. (1) 1 - Bkz. Ek II. |
2. | BU KİTAB'IN indirilişi, hiç şüphe yok ki âlemlerin Rabbindendir: |
3. | Ama (2) onlar, [o hakkı inkar edenler,] "Onu [Muhammed] uydurdu!" diyorlar. Asla! O, Rabbinden gelen bir hakikat olup senden önce hiçbir uyarıcı ile karşılaşmamış olan [bu] halkı doğru yola gelsinler diye uyarabilmen içindir.
2 - Karş. 10:38, not 61. |
4. | ALLAH'TIR gökleri ve yeri ve ikisinin arasında bulunan her şeyi altı devrede yaratan ve sonra Kudret ve Hakimiyet Tahtı'na (3) oturan; [Hesap Günü] ne sizi O'ndan koruyacak, ne de size şefaat edecek birini bulamazsınız: hâlâ düşünüp ders almaz mısınız?
3 - Bkz. 7:54, not 43. |
5. | Göklerden yere kadar bütün mevcudatı O düzenleyip yönetir; ve sonunda tümü, sizin hesabınızla bin yıl [kadar] süren (4) bir Gün'de [yargılanmak üzere] O'na yükselir.
4 - Yani, Hesap Günü, yargılanacaklar için hiç bitmeyecekmiş gibi görünür. Eski Arap deyimlerinde "uzun" gün, acıklı ve üzüntülü geçen günler için, "kısa" gün ise mutlu günler için kullanılır (Merâğî XXI, 105). |
6. | Yaratılmışların kavrayış alanının ötesindeki şeyleri de, duyuları ve akıllarıyla kavrayabildiklerini de (5) bilen O'dur; O, Kudret Sahibidir, Rahmet Kaynağıdır.
5 - Bkz. sure 6, not 65. |
7. | O, yarattığı her şeyi en mükemmel şekilde yapandır. (6) Nitekim Allah, insanın yaratılışını balçıktan başlatır; (7)
6 - Yani, yarattığı evrenin her türlü ayrıntısını onun için öngörülen fonksiyonlara uygun biçimde ve bizim bu fonksiyonları anlayıp anlamadığımıza ve kavrayışımızın ötesinde olup olmadığına bakmaksızın düzenlemiştir. Metinde 7-9. ayetlerden oluşan pasaj, aslında geçmiş zaman kipindedir; fakat süregiden bir yaratma eylemi ile ilgili olduğundan, hem geçmiş zamanı hem de şimdiki ve gelecek zamanı yansıtır ve bundan dolayı geniş zaman kipinde daha uygun bir ifade bulabilir. 7 - Karş. 23:12, not 4. Bir sonraki ayetin ışığında baktığımızda, insan yaratılışının bu "başlangıcı", insan bedeninin temel yapısına ve aynı zamanda her bireyin, anne babasının bedenlerindeki doğum öncesi varlığına işaret eder. |
8. | sonra basit bir sıvı özünden soyunu sürdürür; (8)
8 - Lafzen, "O, soyunu [yahut "dölünü"] ... den devam ettirdi [yahut, yukarıdaki 6. ayette işaret edildiği gibi, "... devam ettirir"]. |
9. | sonra ona [yaratılış] amacına uygun bir şekil verip Kendi ruhundan üfler; (9) ve [böylece, ey insanoğlu,] sizi hem işitme ve görme [melekeleri] hem de düşünce ve duygularla (10) donatır: [Buna rağmen] ne kadar da az şükrediyorsunuz!
9 - Bu ifade 15:29 ve 38:72'de olduğu gibi, Allah'ın "ruhundan insana üflemesi", ona ilahî bir armağan olarak hayat ve bilinç veya "can" (ki sure 4, not 181'de işaret edildiği gibi, rûh teriminin anlamlarından biridir) vermesini ifade eden bir mecazdır. Sonuç olarak "her insanın canı, Allah'ın ruhudur" (Râzî). Sevvâhu fiili ile ilgili olarak -ki burada "ona [yaratılış] amacına uygun bir şekil verir" şeklinde çevrilmiştir- bkz. 87:2, not 1 ve 91:7, not 5. 10 - Lafzen, "kalpler" (ef'ide). Bu, klasik Arapça'da hem "duygular"ı, hem de "düşünceler"i sembolize eden bir deyim olduğundan, yukarıdaki gibi bileşik bir ifade ile karşılanmıştır. |
10. | Nitekim [çoğu] insanlar, "Ne! Biz [ölüp] toprağın altında kaybolduktan sonra yeni bir yaratılış eylemi sonucunda [hayata yeniden döndürülmüş] mü olacağız?" derler. Hayır, ama [böyle söyleyerek] Rablerine kavuşacakları gerçeğini inkar ederler! (11)
11 - Zımnen, "böylece, zorunlu olarak, O'nun varlığını inkar ederler". (Karş. 13:5, not 11 ve 12.) |
11. | De ki: "Sizin için görevlendirilmiş olan ölüm meleği [bir gün] sizi toplayacak ve sonra (hep birlikte) Rabbinize döndürüleceksiniz". |
12. | Keşke, günaha batmış olanların [Hesap Günü] Rablerinin huzurunda başlarını öne eğerek, "Ey Rabbimiz! [Şimdi] görmüş ve duymuş olduk. Öyleyse bizi [yeryüzündeki hayatımıza] geri döndür ki doğru ve yararlı işler yapalım: çünkü [artık hakikate] kanî olduk!" dedikleri zaman[ki hallerini] bir görsen! |
13. | Eğer dileseydik her insanı doğru yola ulaştırırdık: (12) fakat [böyle olmasını dilemedik -ve sonuçta] şu vaadim doğru çıkacak: "Cehennemi mutlaka görünmeyen varlıklar ve insanlarla dolduracağım!" (13)
12 - Lafzen, "mutlaka her insana (nefs) hidayet verirdik", yani zorla da olsa: fakat insanı doğru ile yanlış arasında tercih yapma yeteneğinden ve dolayısıyla bütün ahlakî sorumluluğundan koparmış olacağı için, Allah, rehberliğini (hidayetini) herhangi bir kimseye zorla "empoze" etmez (karş. 26:4 ve ilgili not). 13 - Bkz. 7:18 ve keza 11:119'un son paragrafı. "Görünmeyen varlıklar" (cinn) konusunda bkz. Ek III. |
14. | [Ve Allah, günahkarlara şöyle seslenecek:] "O halde, bu [Hesap] Günü'nün gelip çatacağını umursamamanın [cezasını] çekin bakalım şimdi! [Artık] Biz de sizi bıraktık: öyleyse, yapmış olduğunuz [her türlü kötülük]ten dolayı [bu] ebedî azabı tadın!" |
15. | BİZİM mesajlarımıza [gerçekten] inananlar, ancak, kendilerine tebliğ edildiği zaman önünde derin bir hayranlık ve saygıyla eğilenlerdir; [onlar,] Rablerinin sınırsız ihtişamını hamd ile yüceltenler ve asla büyüklük taslamayanlardır; |
16. | [onlar,] yataklarından [geceleri] kalkarak (14) korku ve ümit içinde Rablerine yalvaranlardır ve kendilerine geçinmeleri için verdiğimizden başkalarına harcayanlardır.
14 - Lafzen, "yanları [yani, bedenleri] üstüne doğrularak". |
17. | [Böyle davranan müminlere gelince,] yaptıklarından dolayı mükafat olarak [öteki dünyada] onları şimdiye dek gizli kalan hangi mutlulukların (15) beklediğini kimse tahayyül edemez.
15 - Lafzen, "göz aydınlığı [olarak] onlar için saklanmış olan", yani görülmüş, işitilmiş ve hissedilmiş olsun veya olmasın, onlar için bekletilen mutluluklar. "Şimdiye dek gizli kalan" ifadesi, açıkçası, öteki dünyadaki hayat tarzının bilinmezliğine -ve dolayısıyla, ancak temsîlî olarak tanımlanabilirliğine- işaret eder. İnsanın cenneti "tahayyül etmesi"nin imkansızlığı, Hz. Peygamber'in sahih bir Hadisi'nde şöyle anlatılmıştır: "Allah buyurur ki: Salih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir kalbin kavramadığı şeyler hazırladım." (Buhârî ve Müslim'in Ebû Hureyre'den rivayetleri ve Tirmizî). Bu Hadis, Sahâbe tarafından, Hz. Peygamber'in yukarıdaki ayet hakkındaki şahsî yorumu olarak görülmüştür (karş. Fethu'l-Bârî, VIII, 418 vd.). |
18. | Zaten, [bu dünyada] iman etmiş olan kimse, yoldan çıkmış biriyle hiç mukayese edilebilir mi? Bunlar [elbette] bir olamazlar! |
19. | İman edip doğru ve yararlı işler yapanlara gelince: yaptıklarına karşılık [Allah'tan] bir mükafat olarak onları dinlenip huzur bulacakları bahçeler beklemektedir. |
20. | Sapmışların varacakları yer ise ateştir: ondan kurtulmak için her çırpınışlarında yeniden içine atılırlar ve kendilerine, "Yalanlamış olduğunuz ateşin azabını [şimdi] tadın bakalım!" denir. |
21. | Fakat o şiddetli azab[a onları mahkum etme]den önce belki [pişman olup] yollarını düzeltirler diye (16) hemen yanı başlarındaki azabı tattıracağız. (17)
16 - Lafzen, "[Doğru yola] dönerler diye". 17 - Lafzen, "daha yakın olanı", yani bu dünyada olanı: açıklama için bkz. 52:47, not 27. |
22. | Kendisine Rabbinin mesajları aktarıldığında onlara sırtını dönenden daha zalim kim olabilir? [Bu şekilde] günaha batmış olanlardan öcümüzü mutlaka alacağız! |
23. | GERÇEK ŞU Kİ [ey Muhammed,] Biz vahyi Musa'ya [da] tevdî etmiştik: öyleyse [sana ilettiğimiz vahiyde] aynı [hakikat] ile karşılaşacağından kuşkuya düşme! (18) Ve [nasıl ki] o [önceki vahy]i İsrailoğulları için bir rehber kıldık,
18 - Bu pasaj ile surenin başında dile getirilen konuya yeniden dönülmektedir; şöyle ki, Muhammed (s)'e bahşedilen vahyin ilahî menşei, bu pasajda da işaret edildiği gibi, Hz. Musa'ya (tek-tanrılı üç dinin, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet'in üçünün de kabul ettiği büyük peygamberlerin en sonuncusu) bahşedilmiş olan vahyin menşei ile aynıdır. Ayrıca, yukarıdaki ayette vurgulanan bütün ilahî vahiylerin ihtiva ettiği temel hakikatlerin aynılığı, bu vahiylerin takipçilerinin, hangi dönemde, ülkede ve sosyal çevrede olurlarsa olsunlar, ortaya koydukları ahlakî taleplerin de aynılığını gerektirir. |
24. | ve [nasıl ki] sabredip mesajlarımıza tereddütsüz inandıkları zaman, onların içinden, buyruklarımız doğrultusunda (19) [kavimlerini] hidayete ulaştıran önderler çıkardık, [işte böylece, ey Muhammed, sana vahyedilmiş olan ilahî kelâm için de aynı şey geçerli olacak.] (20)
19 - Yani, kendi döneminde ve kendi çağı için dile getirilen Tevrat'taki ilahî buyruklara uygun şekilde: Bu, Kur'an'da çok sık vurgulandığı gibi, daha sonraki dönemlerde İsrailoğulları arasında görülen iman zayıflığına ve önderleri ile bilginlerinin büyük kısmında rastlanan, Tevrat metninin çarpıtılması ve böylece "doğrunun yanlışla örtülmesi" eğilimlerine (bkz. örn. 2:42, 75, 79 ve ilgili notlar) işaret etmektedir. 20 - Bu tesbit, Zemahşerî'nin yukarıdaki ayet ile ilgili yorumunu yansıtmaktadır: Kur'an, bir toplum için, o toplumun dinî önderleri sıkıntılara karşı sabrettikleri ve inançlarında kararlılık gösterdikleri sürece bir doğru yol rehberi ve hidayet kaynağıdır. Bu yorum, ahlakî değerlerini ve inançlarını kaybetmiş bir topluma Kur'an'ın hiçbir fayda sağlamayacağını ifade eder. |
25. | ŞÜPHE YOK Kİ Allah, ihtilaf ettikleri bütün konularda (21) Kıyamet Günü insanlar arasında (22) bir hüküm verecektir.
21 - Bkz. sure 2, not 94 ve 22:67-69. Buradaki ihtilaf, yeniden dirilmeye inanmak ile bunu inkar etmek konusundadır. 22 - Lafzen, "onlar arasında". |
26. | [Fakat] onlar, [o hakikati inkar edenler,] kendilerinden önce gelip geçmiş kaç nesli (23) -bugün yurtlarında dolaşıp durdukları [kaç toplumu]- yok ettiğimizi görüp ders almazlar mı? Bunda elbette açık dersler vardır: hâlâ dinlemezler mi?
23 - Karn (lafzen, "nesil") teriminin daha geniş anlamı için bkz. 20:128, not 111. |
27. | Üzerinde ot bitmeyen kuru topraklara yağmur indirip kendilerinin ve hayvanlarının yiyeceği bitkileri Bizim yeşerttiğimizi görmezler mi? |
28. | Ama onlar: "Eğer söylediğiniz doğru ise, bu nihaî karar ne zaman verilecek?" diye soruyorlar. (24)
24 - Bu, 25. ayetteki ifadeye bir atıftır. |
29. | De ki: "Nihaî Karar Günü, [hayatları boyunca] hakikati inkar etmiş olanlara ne [yeni fark ettikleri] imanları bir fayda sağlayacak, ne de kendilerine bir mühlet verilecektir". |
30. | Artık onları kendi hallerine bırak ve onların beklediği gibi sen de [hakikatin ortaya çıkmasını] bekle. |