Meal Seç / Sure Seç

Suara Suresi

TÜRKÇE - MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ


( MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ )

26 - Suara
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA (1)

1 - Otoritelerin çoğunluğuna göre, (9. sure -Tevbe- hariç bütün surelerin başında yer alan) bu ifade Fâtiha'nın ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Bu nedenle 1. ayet olarak numaralandırılmıştır. Bütün diğer örneklerde ise besmele, surelerin başında yer alır ve fakat ayet sayılmaz. Rahmân ve Rahîm ilahî sıfatlarının her ikisi de "bağışlama", "merhamet", "şefkat" anlamına gelen ve fakat daha da kapsayıcı bir mana ifade eden rahmet isminden (bu ismin masdarından) türetilmişlerdir. İlk zamanlardan bu yana İslam alimleri, bu iki terimi birbirinden ayıran anlam nüanslarını tanımlamaya çalışmışlardır. Bu açıklamaların en ikna edici ve sade olanı İbni Kayyım'a aittir (Menâr I, 48'den naklen): (Ona göre,) Rahmân terimi, Allah'ın Varlığı kavramında içkin (mündemiç) bulunan ve ondan koparılması mümkün olmayan rahmet saçıcılığı vasfını kapsarken, Rahîm, bu rahmetin O'nun mahlukatı üzerindeki tezahürünü ve onlar üzerindeki etkisini, başka bir deyişle O'nun aktivite (faaliyet) tarafını ifade eder.

        
Hz. Peygamber'in Sahâbîleri'ne surenin ismini ilham eden kelime 224. ayetinde geçmektedir. Müfessirlerden bazıları, bu 224. ayet de dahil, son dört ayetin Medine dönemine ait olduğu görüşündedirler; ama eldeki bütün deliller surenin tamamının Mekke döneminin ortalarında, Hicret'ten takriben altı ya da yedi yıl önce vahyedildiğini göstermektedir. Benzer şekilde, sırf "İsrailoğulları arasındaki bilgili kişiler"den söz ediliyor diye, Suyûtî'nin yaptığı gibi 197. ayetin Mekke dönemine ait olduğunu söylemek için de elde yeterli ve inandırıcı bir delil yoktur; çünkü İsrailoğulları'yla ilgili atıflara başka Mekkî surelerde de sıkça rastlanmaktadır. Surede en çok dikkat çekilmek istenen husus insanın toplumdan topluma, çağdan çağa değişmeyen zayıf yapısı ya da karakteri ve kendi kendini aldatma eğilimidir. Nitekim, her çağda ve her toplumda, büyük çoğunluğun -ister Allah tarafından vahyedilen mesajlar şeklinde olsun, ister kendiliğinden açık manevî/ahlakî değerler şeklinde olsun- hakkı inkara böylesine hazır olmasının ve sonuç olarak da, nüfûz ve iktidara, zenginliğe, şana şöhrete kul köle olmasının, basmakalıp düşüncelere, kitlesel kültür ve ideolojilere körü körüne teslim olmasının temelinde de insanın bu zayıf yanı yatmaktadır.
1. Tâ-Sîn-Mîm. (1)

1 - Tâ, Sîn ve Mîm harfleri, bazı surelerin başında yer alan ve el-mukatta‘ât (kesik harfler) denilen gizemli sembolik harflerdendir (bkz. Ek II).

2. BUNLAR, kendi içinde apaçık ve tutarlı olan ve gerçeği bütün açıklığıyla ortaya koyan ilahî kelâmın mesajlarıdır. (2)

2 - Bkz. 12. sure, 2. not.

3. [İnsanların bir kısmı, ulaştırdığın mesaja] inanmıyorlar diye [üzüntüden] neredeyse kendini tüketeceksin! (3)

3 - Bkz. 18:6 hk. 3 ve 4. not.

4. Eğer dileseydik, onlara gökten öyle bir alamet indirirdik ki, onun karşısında boyunları bükülür, hemen baş eğerlerdi. (4)

4 - Ama insanın inanmasının manevî/ahlakî değeri, bu inancın bir zorlamanın değil, serbest ve özgür iradenin ürünü olmasına bağlı olduğuna göre, "göklerden indirilen" görünür ya da işitilir bir "alamet/işaret", karşı durulmaz aşikarlığıyla bu serbest irade ya da seçim ögesini ortadan kaldırır ve dolayısıyla insanın mesaja olan inancını ahlakî değerinden ve anlamından yoksun bırakırdı.

5. [Ama Biz böyle olsun istemedik:] ve bu yüzden, onlar da, ne zaman Rahmân'dan hatırlatıcı, uyarıcı yeni bir mesaj gelse, mutlaka ondan yüz çevirirler.
6. Nitekim, işte [bu mesajı da] yalanladılar. Ama alay edip durdukları şeyin tahakkuku yakında bütün açıklığıyla onların karşısına çıkarılacak! (5)

5 - Bkz. 6:4-5 ve ilgili 4. not.

7. Peki bunlar, yeryüzüne hiç bakıp da düşünmediler mi: orada her çeşitten nice güzel [hayat] türleri çıkarmışız?
8. Şüphesiz, bunda [insanlar için çıkarılacak] bir ders vardır; ama onlardan çoğu [buna] inanmazlar.
9. Oysa, senin Rabbin çok acıyıp esirgeyen O yüceler yücesidir! (6)

6 - Yukarıdaki iki ayet bu surede sekiz kere geçmektedir. Bundan sonraki geçişlerinin her birinde bu ayetler, hemen aynı ifadelerle nakledilen önceki peygamberlere ait kıssalardan hemen sonra bir nakarat gibi gelmektedir. Böylece, hem bütün peygamberlerin ahlakî öğretilerinin temelde birbirleriyle aynı olduğu anlatılmak istenmekte, hem de, 5. ayetteki ifadeyi doğrulayıcı yönde, yarattığı canlı-cansız âlem Allah'ın varlığını gösteren apaçık delillerle dolu olduğu halde, Allah'ın mesajlarına karşı takınılan inkarcı tavrın insanlık tarihinde çok sık tekrarlanan bir olgu olduğuna işaret edilmektedir.

10. VE [HATIRLA,] hani, Rabbin Musa'ya: "Şu zalimler toplumuna git!" diye seslenmişti,
11. "Şu Bana karşı sorumluluk bilincinden uzaklaşan (7) Firavun toplumuna!"

7 - Lafzen, "[Bana karşı] sorumluluk bilincine sahip değiller mi" [yahut "olmayacaklar mı?"] Zemahşerî ve Râzî, bu belâgat gereği soruyu, bizim aktardığımız yönde, yani bir soru olarak değil de, bir gerçeği, bir vakayı dile getiren normal bir ifade olarak yorumlamaktadırlar.

12. [Musa:] "Ey Rabbim!" diye cevap verdi, "Doğrusu, beni yalanlamalarından korkuyorum,
13. ve göğsümün daralacağından ve dilimin dolaşacağından (korkuyorum); bu yüzden, [bu emri] Harun'a (8) tevdî et.

8 - Karş. 20:25-34 ve ilgili notlar. Bu anlam örgüsü içinde, bu ifadeler, kendisini seçildiği görevi yerine getirecek güçte görmeyen ve görevin Hz. Harun'a tevdî edilmesini isteyen Hz. Musa'nın alçak gönüllülüğüne işaret etmektedir.

14. Üstelik, onların benim aleyhime ciddî bir suçlamaları da var ortada; bu yüzden beni öldürmelerinden korkuyorum". (9)

9 - Zımnen, "ve böylece görevimi engelleyeceklerinden korkuyorum". Bu ayetle, Hz. Musa'nın, doğduğu ülkeden kaçmasına yol açan Mısırlı bir yerliyi öldürmesi olayına atıfta bulunuluyor (karş. 28:15 vd.).

15. [Allah:] "Hayır, asla!" dedi, "Yine de, siz ikiniz mesajlarımızla gidin; [yapacağınız çağrıyı] izlemek üzere Biz de sizinle beraberiz!
16. Haydi, şimdi ikiniz de Firavun'a gidin ve ona deyin ki: ‘Biz âlemlerin Rabbinden bir mesaj getiriyoruz:
17. İsrailoğulları'nı bırak, bizimle gelsinler!'"
18. [Fakat Musa mesajını Firavun'a tebliğ edince, Firavun:] "Biz seni çocukken yanımızda yetiştirmemiş miydik?" dedi, "Ve sen ömrünün pek çok yılını bizim aramızda geçirmemiş miydin?
19. Ama sonunda yapacağını yaptın, (10) ve nankör biri oldu[ğunu gösterdi]n!"

10 - Lafzen, "yaptığın o fiilini yaptın" -konuşanın, söz konusu fiil hakkındaki şiddetli kınayıcı tavrını dile getiren bir ifade tarzı; Hz. Musa'nın Firavun'un sarayında geçen çocukluk ve gençlik dönemi, Mısırlı birini öldürmesi ve Mısır'dan kaçışı hk. bkz. 28:4-22.

20. [Musa:] "Evet, o fiili daha ne yaptığımı bilmez biriyken işledim" dedi,
21. "ve sizin yanınızdan kaçtım, çünkü sizden korkuyordum. Ama daha sonra bana Rabbim [doğruyla eğri arasında] (11) hüküm verebilme yeteneği bahşetti; ve beni elçiler[in]den biri yaptı.

11 - Hz. Musa, 28:15-16'da işaret edildiği gibi, bu öldürme olayından sonra, büyük bir günah işlediğini hemen anlamıştı (bkz. ayrıca, 28:15'in son iki cümlesi hk. 15. not).

22. Ve o başıma kaktığın iyiliğe gelince, bu İsrailoğulları'nı köleleştirmenin bir sonucu [değil mi]ydi?" (12)

12 - Bkz. 28:4-5.

23. Firavun: "Bu âlemlerin Rabbi de kim oluyor?" dedi. (13)

13 - Firavun, Hz. Musa'nın, görevini açıklarken kullanmış olması gereken tabire atıfta bulunuyor (bkz. yukarıdaki 16. ayet).

24. [Musa:] "Eğer gerçekten (doğruyu) öğrenmek ve (onu) yürekten benimsemek istiyorsanız (14) (söyleyeyim;) göklerin, yerin ve bu ikisi arasında var olan her şeyin Rabbi[dir O]!" diye cevap verdi.

14 - Yani, "var olan her şeyde mevcut olan O'nun yaratıcı iradesi aracılığıyla"; bu önerme, kanaatimizce, Hz. Musa kıssasının bu surede tekrar edilmesinin başlıca sebebidir. (Karş. keza yukarıdaki 28. ayet.)

25. [Firavun,] çevresindekilere: "[O-nun ne dediğini] duydunuz mu?" (15) dedi.

15 - Lafzen, "İşitmiyor musunuz?" -şaşkınlık, aşağılama ya da alay ifade eden belâgat gereği bir soru; anlam akışı itibariyle yukarıdaki ifadeyle aktarmak daha yerinde olacaktır.

26. [Ve Musa:] "O sizin de Rabbinizdir, göçüp gitmiş atalarınızın da!" diye devam etti.
27. [Firavun:] "Bu size gönderil[diğini iddia eden] rasûlünüz düpedüz bir deli, bir kaçık!" dedi.
28. [Fakat Musa sözlerine devamla:] "Doğunun, batının ve bu ikisi arasında kalan her yerin (16) Rabbidir O; tabii [bunu] eğer aklınızı kullanırsanız [kavrayabilirsiniz]!" dedi.

16 - Karş. 2:115.

29. [Firavun:] "Bak", dedi, eğer benden başka bir tanrı benimsersen, seni mutlaka hapse attırırım!" (17)

17 - Eski Mısır dininde kral (yahut hükümdarlar için kullanılan ismiyle "Firavun") ilahî ilkenin ya da düzenin bir tecessümünü temsîl eder ve kendi yetki alanı içinde bir tanrı gözüyle bakılırdı. Bunun içindir ki, onun tanrısallığına karşı yönelen bir meydan okuma hakim dinî sisteme bir bütün olarak karşı çıkmak anlamına geliyordu.

30. [Musa:] "Size gerçeği bütün açıklığıyla ortaya koyan (18) bir şey getirmiş olsam da, öyle mi?" dedi.

18 - Mübîn terimine ilişkin bu karşılık için bkz. 12:1 hk. 2. not.

31. [Firavun:] "Eğer doğru sözlü biriysen, haydi, çıkar ortaya o dediğini!" diye cevap verdi.
32. Bunun üzerine [Musa] asâsını yere bıraktı -bir de ne görsünler, (her haliyle) düpedüz bir yılan!
33. Sonra elini ortaya çıkardı; bakanlar ne görsünler, bembeyazdı. (19)

19 - Bkz. 7:107-108 ve ilgili 85. not; ayrıca 20:22, 27:12 ve 28:32.

34. [Firavun] çevresindeki seçkinlere: "Doğrusu bu gerçekten çok bilgili bir büyücü" dedi,
35. "büyüsünün gücüyle sizi ülkenizden çıkarmak istiyor. (20) Bu durumda ne tavsiye edersiniz?"

20 - Karş. 7:109-110 ve ilgili 86. not.

36. "Onu ve kardeşini bir süre alıkoy" dediler, "bu arada, şehirlere haberciler gönder,
37. hüner sahibi bütün büyücüleri toplayıp sana getirsinler".
38. Ve böylece büyücüler belli bir günün belirli bir saatinde bir araya geldiler.
39. Ve halka da "Hepiniz toplandınız mı?" denildi,
40. "Çünkü, umarız ki, üstün gelen büyücüler olursa onların (hükmüne) uyarız". (21)

21 - Şüphe yok ki bu "büyücüler", büyünün önemli bir rol oynadığı Amon kültünün resmî rahipleriydiler. Dolayısıyla, onların Hz. Musa'ya galebe çalmaları devlet dininin halkın gözünde itibarını pekiştirecekti.

41. Büyücüler geldiklerinde, Firavun'a: "Eğer biz üstün gelirsek, doğrusu büyük bir mükafatı hak etmiş oluruz, değil mi?" dediler. (22)

22 - Bkz. 7:113 hk. 88. not.

42. [Firavun;] "Elbette", diye cevap verdi, "o takdirde, gerçekten de benim gözdelerim arasında yer alacaksınız".
43. [Ve] Musa onlara: "Ne atacaksanız atın!" dedi.
44. Bunun üzerine onlar da halatlarını ve asâlarını yere bıraktılar ve "Firavun'un sayesinde, üstün gelen mutlaka biz olacağız" (23) dediler.

23 - Büyücülerin kazanacaklarına dair bu güven duygusunun sebebi 7:116'da açıklanmaktadır ("insanların gözlerini büyüyle bağladılar ve onları korkuyla şaşkına çevirdiler"); ayrıca 20:66-67'de de bu hususa temas edilmektedir ("büyülerinin marifetiyle onların ipleri ve asâları yaptıkları sihir marifetiyle o'na (Hz. Musa'ya) hızla akıyorlarmış gibi gözüktü; bu yüzden Hz. Musa'nın içinde bir korku belirdi").

45. (Onların) ardından Musa da asâsını atınca, bir de ne görsünler, onların bütün o düzenbazlıklarını (24) yutmasın mı!

24 - Bkz. 7:117 hk. 89. not.

46. Bu durum karşısında büyücüler hemen yere kapanarak
47. "Biz âlemlerin Rabbine inandık!" dediler,
48. "Musa'nın ve Harun'un Rabbine!" (25)

25 - Bkz. 7:123 hk. 91. not.

49. [Firavun:] "Ben size izin vermeden ona inanıyorsunuz, öyle mi?" diye çıkıştı, "Size büyüyü öğreten ustanız bu olmalı mutlaka! (26) Fakat yakında [benim intikamımı] göreceksiniz: içinizden çoğunun ellerini ayaklarını kestireceğim, hepinizi astıracağım!" (27)

26 - Yani, "öylesine üstün bir büyücü ki, sizin hocanız olmuş olabilir". 27 - Bkz. Yukarıdaki cümlede tekraren vurgulanan "çoğunun", "hepinizi" ifadelerine açıklama getiren 5:33 hk. 44 ve 45. not, 7:124 hk. 92. not.

50. Onlar da: "Hayır, [sen bize] bir zarar veremezsin" diye karşılık verdiler, "(çünkü) er geç Rabbimize döneceğiz!
51. İnananların ilkleri olmamızdan ötürü Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını umarız!"
52. VE DERKEN, (28) Musa'ya: "Kullarımı geceleyin yola çıkar; çünkü mutlaka takip edileceksiniz!" diye vahyettik.

28 - Yani, Mısırlıların uğradığı birtakım felaketlerden (veba vb.) sonra (karş. 7:130 vd.).

53. Bu arada Firavun şehirlere münâdîler çıkarıp
54. [tebaasına:] "Bu [İsrailoğulları] soysuz, sefil bir topluluk; (29)

29 - Lafzen, "küçük bir topluluk": bununla birlikte, Zemahşerî, kalîlûn sıfatının, bu anlam örgüsü içinde mutlaka bir "sayı azlığı" değil, bir aşağılama da ifade edebileceğini söylemektedir.

55. fakat kalpleri bize karşı kin ve nefretle dolu;
56. çünkü (görüyorlar ki) biz birlik bütünlük içindeyiz ve her türlü tehdit ve tehlikeye karşı hazırlıklıyız; (30)

30 - Bu ayetle Kur'an, Firavun'un ağzından, psikolojik bir gerçeği dile getirerek genellikle hakim kavimlerin ya da toplulukların baskı altında tuttuğu zayıf ya da azınlıktaki grupların özgürlük taleplerini anlamakta güçlük çektiklerini; ve dolayısıyla onların baş kaldırmalarına, güce karşı duydukları sebepsiz bir nefret ve kör bir kıskançlıktan başka bir anlam veremediklerini işaret etmektedir.

57. bunun içindir ki onları bağlar[ın]dan bahçeler[in]den, pınar başlarından çıkarıp attık,
58. zenginlikler[in]den, nüfûz ve statülerinden [yoksun bıraktık]!" (31) diyerek [onları İsrailoğulları'na karşı harekete geçirdi].

31 - Bu ifade, açıktır ki, İsrailoğulları'nın Hz. Yusuf'tan sonraki bir kaç nesil boyunca Mısır'da ulaştıkları itibar ve zenginliği îma etmektedir -ki bu parlak dönem, işbaşına geçen Mısırlı yeni bir hanedanın ellerindeki varlığa el koyup onları, sonradan Hz. Musa'nın çabalarıyla kurtulacakları bir tutsaklığa mahkum ettiği döneme kadar devam etmiştir. Firavun, İsrailoğulları'nın Mısırlılara karşı duydukları (gerçek ya da yakıştırma) nefrete dikkat çekerek, onlara reva gördüğü zulmü haklılaştırmaya çalışıyor.

59. Olaylar böyle gelişti; fakat [Firavun'un çekip aldığı bütün] bu şeylere [zaman içinde] İsrailoğulları'nın yeniden kavuşmasını sağladık. (32)

32 - Bu ara cümle, 7:137'de atıfta bulunulan, İsrailoğulları'nın Mısır'daki sefalet günlerinden sonra Filistin'de kavuşacakları bolluk ve ikbal günlerini îma etmektedir. "Miras bırakmak" yahut "varis kılmak" ifadesi, bu anlam akışı içinde, Allah'ın zulme uğrayanları, ezilenleri yeniden onur ve genişliğe kavuşturmasını dile getiren deyimsel bir ifade, bir mecazdır.

60. Ve sonunda [Mısırlılar] gün doğarken onlara yetiştiler;
61. İki topluluk birbirinin görüş alanına girdiklerinde Musa'nın yandaşları: "İşte yakalandık!" dediler.
62. (Musa:) "Hayır, asla! Rabbim benimle beraber" dedi, "bana mutlaka bir çıkış yolu gösterecektir!" dedi.
63. Bunun üzerine, Musa'ya: "Asânla denize vur!" diye vahyettik. [Musa söyleneni yapınca] deniz ortadan yarıldı; öyle ki, açılan yolun her iki yanında sular koca dağlar gibi yükseldi. (33)

33 - Bkz. 20:77 ve ilgili 61. not. Ayrıca karş. Tevrat'taki anlatım (Çıkış xiv, 21: "Ve Rab bütün gece kuvvetli şark yeli ile denizi geri çevirdi; ve denizi karaya çevirdi ve sular yarıldı").

64. Ve kovalayanları (da) (34) oraya yaklaştırdık.

34 - Lafzen, "ötekileri".

65. Öyle ki, (sonunda) Musa ve beraberindekileri kurtardık,
66. ama ötekileri sulara gömüverdik. (35)

35 - Tevrat'taki muhtelif atıflara bakılacak olursa (özellikle Çıkış xiv, 2 ve 9), Kızıl Deniz'i geçme mucizesi, bu denizin bugün Süveyş Kanalı olarak bilinen kuzeybatı ucunda vuku bulduğu anlaşılmaktadır. Kıssanın geçtiği çağlarda burası şimdiki kadar derin değildi ve bazı bakımlardan Kuzey Denizi'nin ana kıtayla Frisian adaları arasında kalan sığ bölümü gibiydi; yüksek cezir (geri çekilme) hallerinde bu gibi yerlerde sığ bölgeler çıplak kalmakta ve geçici olarak geçilebilir hale gelmekte; ama bu durumdayken, anî ve şiddetli bir med dalgasıyla bütünüyle sulara gömülmektedir.

67. Bu [kıssada], şüphesiz, [bütün insanlar için] bir ders vardır; velev ki onlardan çoğu inanmasa da.
68. Ve gerçek şu ki, senin Rabbin, çok acıyan esirgeyen O yüceler yücesidir! (36)

36 - Bkz. 8-9. ayetler hk. 6. not.

69. ONLARA (37) İbrahim'in başından geçenleri de anlat.

37 - Yani, bu surenin 3-8. ayetlerinde sözü edilen türden insanlara.

70. Hani, o babasına ve kavmine "Nelere kulluk ediyorsunuz?" diye sormuştu.
71. Onlar da: "Putlara kulluk ediyoruz" diye karşılık verdiler, "ve her zaman, kendini onlara adamış kimseler olarak kalacağız!"
72. [İbrahim:] "Peki, yalvarıp yakardığınız zaman sizi işittiklerine,
73. yahut size fayda ya da zarar verebildiklerine [gerçekten inanıyor musunuz]?" dedi.
74. "Ama" diye çıkıştılar, "biz atalarımızı da bunu yapıyor gördük!" (38)

38 - Cümlenin başındaki bel takısı şaşkınlık ifade etmektedir. Bu şaşkınlık sebebiyledir ki, Hz. İbrahim'in halkı, o'nun puta-tapma konusundaki eleştirisine doğrudan cevap vermekten kaçınarak sadece bu tapınmanın geleneksel olduğunu, geçmişe dayandığını söyleyerek işin içinden sıyrılmak istemektedir; ve tabii, bunu yaparken de, Zemahşerî'nin belirttiği gibi, bir şeyin öteden beri yapılıyor olmasının o şeyin doğruluğunu göstermeye yetmeyeceğini unutmaktadır. Râzî, kendi adına, yukarıdaki ayetin, taklîd'in tabiatındaki gayriahlakîliği (fesâd) gösteren en kuvvetli Kur'ânî delillerden biri olduğunu ifade etmektedir. Burada taklîd derken, dinî anlayış ve uygulamaların, sorgulamadan, hiçbir tahkik ve kritiğe başvurmadan olduğu gibi, körü körüne benimsenmesi anlaşılmalıdır.

75. [İbrahim:] "Peki" dedi, "(bu) taptığınız şeylere (başınızı kaldırıp da) hiç bakmadınız mı:
76. "Sizler ve sizden önceki atalarınız?
77. "İmdi, [bana gelince, ben biliyorum ki,] şüphesiz [bu düzmece tanrılar] benim düşmanlarımdır, [ve benim için] âlemlerin Rabbinden başka [tanrı yoktur];
78. beni yaratan da, bana doğru yolu gösteren de O'dur;
79. ve beni yediren de, içiren de O'dur;
80. ve hasta olduğum zaman beni iyileştiren,
81. ve beni öldürecek olan ve sonra yeniden diriltecek olan (hep) O'dur.
82. Ve Hesap Günü'nde hatalarımı bağışlamasını umduğum kimse de O'dur.
83. "Ey Rabbim! Bana [doğruyla eğrinin ne olduğuna] hükmedebilme bilgi ve yeteneğini bağışla ve beni dürüst ve erdemli insanların arasına kat
84. ve gerçeği benden sonrakilere ulaştırabilme gücü ver bana; (39)

39 - Lafzen, "Bana diğerlerinin [yahut "sonrakilerin"] arasında doğru bir dil ver". Bu ibarenin mümkün bir diğer anlamı için bkz. 19:50 hk. 36. not.

85. ve beni o nimetlerle dolu bahçenin varislerinden biri yap!
86. "Ve babamı bağışla; çünkü, o gerçekten yolunu şaşıranlar arasında. (40)

40 - Karş. 19:47-48.

87. "Ve o herkesin kaldırılacağı Gün beni utandırma; (41)

41 - Zımnen, "babamı cehenneme mahkum edilenler arasında görmeme izin vererek" (Zemahşerî).

88. o Gün ki, ne malın mülkün, ne de çoluk çocuğun bir yararı olmayacaktır;
89. yalnızca Allah'ın huzuruna kötülükten korunmuş bir kalple çıkanlar [kurtulacaktır]!"
90. Çünkü, [o Gün] cennet, Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyanlara yaklaştırılacaktır,
91. cehennemse büyük azgınlıklar içinde yitip gitmiş olanların karşısına çıkarılacaktır;
92. Ve onlara: "Nerede sizin bütün o tapınıp durduklarınız?" diye sorulacaktır,
93. "[Hani], o Allah'tan başka (42) [tanrı yerine koyduklarınız]? Onlar, bakalım, size yahut kendilerine yardım edebilecekler mi?"

42 - Yahut: "Allah yerine". Kur'an'da mâ ("ki o" yahut "ki bütün o...") ilgi zamirinin asılsız, düzmece tapınma nesneleri için kullanıldığı her yerde, bu zamir hem cansız nesnelere (put, fetiş, ikon gibi temsîlî ya da sembolik şeylere); hem, ölü ya da diri, tanrılaştırılan velî, azîz, peygamber gibi kimselere, tabiat güçlerine; hem de zenginlik, iktidar ve nüfûz, toplumsal statü gibi, insanların kendilerini tutsak ettikleri her türlü reel ya da hayal mahsulü şeylere işaret etmektedir. (Ayrıca bkz. 10:28-29 ve ilgili notlar.)

94. Pek tabii onlar da, azgınlık içinde yitip gidenler de, hepsi üst üste cehenneme (43) tıkılacaklar;

43 - Lafzen, "ona/onun içine".

95. ve İblis'in bütün avenesi..! (44)

44 - Karş. 2:24 -"yakıtı insanlar ve taşlar olan ateş" ve ilgili 16. not. "İblis'in avenesi" ya da "çetesi", insanın günaha sapmasında etkili olan ve Kur'an'da sıkça bahsi geçen kötü güçler, kötülüğe çağıran güçler, kötü saik ve eğilimler ("şeytanlar") anlamındadır (bkz. 2:14, not 10; 15:17, not 16'nın ilk yarısı; 19:68, not 52; keza karş. 19:83 ve ilgili not 72).

96. O Gün orada onlar, birbirlerini suçlayarak (45) derler ki:

45 - Lafzen, "birbirleriyle çekişerek".

97. "Allah şahittir ki, biz apaçık bir sapıklık içindeydik,
98. çünkü, siz[in gibi yaratılmış varlıklar]ı âlemlerin Rabbiyle bir tutuyorduk;
99. yine de [sizi tanrılaştırarak] yoldan çıkmamıza günah (önderlerimiz) sebep oldu! (46)

46 - Lafzen, "bizi suçlulardan (mücrimûn) başkası saptırmadı": karş. 7:38, 33:67-68, 38:60-61 ve ilgili notlar.

100. Ama şimdi ne bir arka çıkanımız var,
101. ne de candan bir dostumuz.
102. N'olurdu, [o hayata] bir kere daha dönebilseydik (47) de inananlardan olsaydık!"

47 - Lafzen, "bizim için bir kere daha olsaydı". Ayrıca, bkz. 6:27-28 ve ilgili not.

103. Şüphesiz bütün bunlarda [insanlar için] bir ders vardır, onların çoğu [buna] inanmasa da.
104. Ve şüphesiz senin Rabbin çok acıyıp esirgeyen O yüceler yücesidir. (48)

48 - Zımnen, "ve dilediği kulunu bağışlayandır".

105. NÛH toplumu (da) peygamberlerini yalanladı.
106. Kardeşleri Nûh onlara: "Allah'a karşı sorumluluk bilinci duymaz mısınız?" dedi,
107. "Bakın, ben [O'nun tarafından] size [gönderilmiş] güvenilir bir elçiyim:
108. öyleyse artık Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyın ve benim izimden yürüyün!"
109. "Hem bunun için sizden (dünyevî) bir karşılık da gözlemiyorum; hak ettiğim karşılığı (vermek) âlemlerin Rabbinden başkasına düşmez.
110. Öyleyse artık Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyın ve benim izimden yürüyün!"
111. "[Toplumun] en aşağı tabakasından insanların senin ardına düştüğünü göre göre tutup sana mı inanacağız?" (49) dediler.

49 - Bkz. 11:27 hk. 47. not.

112. [Nûh:] "Ben onların [bana gelmeden önce] neler yaptıklarını bilmem" dedi.
113. "Eğer iyi düşünecek olursanız, onları yargılamak ancak Rabbime düşer! (50)

50 - İnanmayanlar, bununla vecîz bir ifade tarzı içinde açıkça demek istiyorlar ki, Hz. Nûh'a inandığını söyleyip o'nun ardından gidenler, gerçekten inandıkları için değil, fakat çıkar umdukları için böyle yapıyorlar ya da yapar gözüküyorlar. Hz. Nûh'un buna verdiği cevap Kur'ânî ahlakın ve dolayısıyla İslam Hukuku'nun temel ilkelerinden birini ortaya koymaktadır: Kimse kimsenin inancı ve inancında rol oynayan saikler hakkında kişinin kendi ikrarı dışında hüküm veremez; insanın içinde sakladıklarını ancak Allah bilir; toplum yalnızca zahire göre hükmetmektedir ki, bu da kişinin ortaya koyduğu fiil ve ikrarla sınırlıdır. Bunun içindir ki, biri "inanıyorum" diyor ve sözleri ve fiilleriyle benimsediği inanca ters düşecek bir hal sergilemiyorsa, toplum o kişiyi mümin olarak görmek zorundadır.

114. Bunun içindir ki, inandığını söyleyenleri yanımdan kovacak değilim;
115. ben sadece (gerçekleri) apaçık dile getiren bir uyarıcıyım".
116. (İnanmayanlar:) "Ey Nûh!" dediler, "Eğer (bu iddialarına) son vermezsen, mutlaka taşlanacaksın!" (51)

51 - Lafzen, "taşlananlardan olacaksın!"

117. [Bunun üzerine Nûh:] "Ey Rabbim!" dedi, "İşte kavmim beni yalanladı;
118. bunun için, benimle onlar arasındaki gerçeği bütün açıklığıyla ortaya koy; (52) beni ve benimle beraber olan müminleri kurtar!"

52 - Yahut: "benimle onlar arasında açık, kesin bir yargıda bulun". Çeviride iftah ("aç", yani gerçeği) sözcüğü için benimsediğimiz karşılık hk. 7:89'a dair 72. notumuzda açıklama yapılmıştır.

119. Ve bunun üzerine Biz de, o'nu ve o'nunla beraber olanları dopdolu bir gemi içinde kurtardık.
120. Sonra da, geride kalanları sulara gömüverdik. (53)

53 - Hz. Nûh ve toplumu ve tufan olayı hk. daha ayrıntılı bilgi için bkz. 11:25-48.

121. Şüphesiz bu [kıssada insanlar için] bir ders vardır, (54) onların çoğu [buna] inanmasa da.

54 - Burada özellikle îma edilen mesaj için bkz. 111-115. ayetler ve keza yukarıda 50. not.

122. Ve şüphesiz senin Rabbin çok acıyıp esirgeyen O yüceler yücesidir!
123. [VE] ‘ÂD toplumu (da) gönderilen elçilerden [birini] yalanladı.
124. Hani, kardeşleri Hûd (55) onlara: "Artık, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımayacak mısınız?" demişti.

55 - Bkz. 7:65 ve ilgili 48. not.

125. "Bakın, ben size [Allah'ın gönderdiği] güvenilir bir elçiyim;
126. öyleyse, artık Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyın ve bana itaat edin!
127. Hem, ben sizden bunun için (dünyevî) bir karşılık da beklemiyorum; benim hak ettiğim karşılığı vermek âlemlerin Rabbinden başkasına düşmez.
128. Her tepede cehalet eseri, [putperestçe] anıtlar, tapınaklar mı yükselteceksiniz (56)

56 - İlk ağızda "işaret, alamet" yahut "belirti" anlamına gelen âyet ismi, öyle anlaşılıyor ki, burada, kabilevî tanrılara tapınmak için tepelerde inşa edilen ve her biri ayrı bir tanrıya adanan semitik tapınak ve sunaklara işaret etmektedir. Bunun içindir ki, biz de, bu özel anlam örgüsü içinde âyet sözcüğünü, çoğul olarak, anıtlar, tapınaklar olarak aktardık.

129. Ve sonsuza kadar yaşayacağınız kuruntusuyla, sapasağlam malikaneler mi edineceksiniz? (57)

57 - Bu ayet hem "içlerinde ebediyyen yaşayacağınızı umarak" şeklinde, hem de "onları öyle sapasağlam inşa ederek ölümsüz bir ün mü kazanacağınızı düşünüyorsunuz?" şeklinde yorumlanabilir.

130. Ve [başkalarının hukukuna] el uzattığınız zaman, hiçbir sınır tanımadan, hep böyle zorbalık mı yapacaksınız? (58)

58 - Cebbâr terimi, insan için kullanıldığında, kendisinden zayıf olanın hukuku konusunda hiçbir ahlakî sınır tanımaksızın ortaya konan haksız, kaba kuvvete dayanan, zorbaca olan anlamına gelmektedir. 11:59 yahut 14:15'de olduğu gibi, aynı terim bazan da kişinin olumsuz yöndeki ahlakî tutum ve tercihini ifade için kullanılır ve bu durumlarda bir başka dile "hakkın düşmanı" tabiriyle aktarılabilir. Yukarıdaki anlam akışı içinde, yine de vurgu, daha çok, ‘Âd kavminin başka insanlara ya da toplumlara karşı gösterdiği düşmanca davranışa, politika olarak benimsediği zorbalığa dikkat çekecek yöndedir; ve bu anlamda, bütün çağlarda geçerli olan ve savaşta gereksiz şiddeti yasaklayan, ahlakî kaygı ve sınırlara her türlü savaş eyleminden ve savaş temayülünden önce yer veren Kur'ânî tutumu dile getirmektedir.

131. "Öyleyse, Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyın ve bana itaat edin,
132. düşünebileceğiniz (59) bütün [iyilikleri] size sağlayan [Allah'tan] yana duyarlı olun;

59 - Lafzen, "bildiğiniz" yahut "bilebildiğiniz".

133. size sürüler ve çocuklar veren,
134. size bahçeler ve pınarlar veren [Allah'tan yana]...
135. Doğrusu, ben sizin için o büyük ve zorlu günün azabından korkuyorum!"
136. [Ama bütün bu uyarılara karşı onlar:] "Bize öğüt veriyor olsan da, olmasan da, bizim için fark etmez!" dediler.
137. "Bu [benimsediğimiz tutum] atalarımızın tutumundan (60) başka bir şey değil ki..!

60 - Lafzen, "öncekilerin tabii eğilimleri/yatkınlıkları (huluku'l-evvelîn)". Huluk ismi kişinin "tabii eğilimleri/yatkınlıkları" anlamında "yapı/yaratılış" (tabiat) ya da "ahlakî tutum" karşılığı olarak kullanılmaktadır; bunun içindir ki, terim yukarıda "kişinin tutunduğu ya da tuttuğu yol", yani "tutum, davranış tarzı" ya da "âdet/gelenek" ve nihayet daha özel anlamda "din" anlamına gelmektedir (Tâcu'l-‘Arûs).

138. Hem, [bu yüzden] azaba uğrayacak da değiliz!"
139. İşte o'nu böyle yalanladılar; ve bunun üzerine Biz de onları yok ettik. Bu [kıssada da insanlar için] mutlaka, bir ders vardır, (61) onlardan çoğu [buna] inanmasa da...

61 - Bu mesaj üç büyük günaha dikkat çekilmek suretiyle 128-130. ayetlerle ortaya konmuştur: İnsanın amaçsız ve ölçüsüz bir biçimde güç ve iktidar peşinde koşması yüzünden içine düştüğü şirk (Allah'tan başkasına kulluk); görkem ve gösteriş düşkünlüğü içinde sürüklendiği gurur, kendini beğenme ve bir de hemcinslerine karşı zorbalık ve şiddet.

140. Ve şüphesiz senin Rabbin çok acıyıp esirgeyen O yüceler yücesidir!
141. [VE] SEMÛD toplumu (da) gönderilen elçilerden [birini] yalanladı.
142. Hani, onlara (da) kardeşleri Salih, (62) "Artık Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımayacak mısınız?" demişti.

62 - Hz. Salih ile Semûd toplumunun kıssası için bkz. 7:73 ve ilgili 56. not: Ayrıca, kıssanın bir başka biçimi için 11:61-68.

143. "Bakın ben [O'nun tarafından] size gönderilen güvenilir bir elçiyim;
144. öyleyse, artık Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyın ve bana itaat edin!
145. Üstelik, ben sizden herhangi bir karşılık da istiyor değilim; benim hak ettiğim karşılığı vermek âlemlerin Rabbinden başkasına düşmez.
146. Bu bulunduğunuz hal üzere (63) hep böyle güvenlik içinde bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz?

63 - Lafzen, "bu bulunduğunuz yerde", yani yeryüzünde. Metnin aslında soru: "... bırakılacak mısınız?" şeklindedir (bkz. aşağıda 69. not).

147. Bu bahçeler içre ve bu pınar başlarında;
148. bu ekinler, bu zarif görünüşlü ince sürgünlü hurmalıklar arasında...
149. Ve dağlarda hep böyle ustalıkla evler yontabileceğinizi [mi sanıyorsunuz]? (64)

64 - Bkz. 7:74 hk. 59. not.

150. Öyleyse, artık Allah'tan yana bilinç ve duyarlık gösterin ve bana itaat edin;
151. ölçüyü aşanların sözüne uymayın;
152. o ölçüyü aşanlar ki, yeryüzünde düzen ve uyum sağlayacaklarına bozgunculuk yaparlar!"
153. [Salih'in kavmi:] "Sen mutlaka büyülenmiş birisin!" dediler.
154. "Bizim gibi ölümlü bir insandan başka bir şey değilsin! Eğer doğru sözlü biriysen, bize bir alamet getir (65) (de görelim)!"

65 - Taberî: "... yani, senin Allah tarafından bize gönderilmiş bir elçi olduğunu isbat edecek bir delîl".

155. [Salih:] "(İşte) şu dişi deve; (66) su içme hakkı (belirli bir gün) onun, belirli günlerde de (67) sizindir;

66 - Karş. 7:73'ün ikinci paragrafı: "Allah'a ait bu deve sizin için bir belirti/bir nişane olacaktır" -ve ilgili 57. not: Zikredilen notta Hz. Salih tarafından sözü edilen bu alametin/nişanenin, kavmin bu hayvana karşı nasıl davranacağının sınanmasından ibaret olduğu açıklanmaktadır.

67 - Lafzen, "belirli bir günde"; yani "her biri için (dönüşümlü olarak) bir gün" yahut, daha kuvvetle muhtemeldir ki, -eski Arap kabile geleneği uyarınca- "develerin sulanmasına ayrılmış günlerde"; bununla, sözü geçen sahipsiz devenin de, kabileye ait öteki develerle birlikte su içmesi gerektiği anlatılmak isteniyor.

156. öyleyse, sakın ona bir kötülük yapmayın, yoksa büyük-çetin bir günün azabı gelip sizi bulur!" dedi.
157. Bütün bu uyarılara rağmen onlar yine de o deveyi hoyratça boğazladılar; ama bunu yaptıklarına (çok geçmeden) pişman oldular; (68)

68 - ‘Akarûhâ ibaresi için benimsediğimiz "onu hoyratça boğazladılar" karşılığı hk. bkz. 7:77 hk. 61. not.

158. çünkü [Salih'in önceden haber verdiği] azap onları kıskıvrak yakaladı. Şüphesiz bu [kıssada da insanlar için] bir ders (69) vardır; onlardan çoğu [buna] inanmasalar da...

69 - Bizim kanaatimizce bu kıssayla verilmek istenen mesaj, en başta, (146-149. ayetlerde dile getirildiği yönde) kişinin, bu dünyadaki hayatın geçici ve sınırlı olduğu gerçeğini ve dolayısıyla öte dünyada kendisini bir hesabın/hesaplaşmanın beklediği gerçeğini gözönünde tutmak konusunda gösterdiği duygusal isteksizlik; ve ikinci olarak da, yaratılmış âlemin bir bütün olarak uyum içinde devamını amaçlayan gerçek ahlakî bir tercihe dayanarak, insanın şefkat ve merhamet sınırlarını öteki bütün canlıları da içine alacak şekilde geniş tutması gerektiği hususudur.

159. Ve şüphesiz senin Rabbin çok acıyıp esirgeyen O yüceler yücesidir!
160. [VE] LÛT toplumu (70) (da) gönderilen elçilerden [birini] yalanladı;

70 - Hz. Lût ve o'nun gönderildiği günahkar toplumun kıssası hk. daha ayrıntılı bilgi 11:69-83'de verilmektedir.

161. hani, kardeşleri Lût onlara: "Allah'a karşı sorumluluk bilinci duymaz mısınız?" demişti,
162. "Bakın, ben [O'nun tarafından] size gönderilen güvenilir bir elçiyim;
163. öyleyse, artık Allah'tan yana bilinç ve duyarlık gösterin ve bana itaat edin!
164. Üstelik ben sizden herhangi bir karşılık da istiyor değilim; benim hak ettiğim karşılığı vermek âlemlerin Rabbinden başkasına düşmez.
165. İnsanların içinden [tab‘an ve hukuken meşru olan cinsi bırakıp da] erkeklere mi yaklaşıyorsunuz?
166. Hem de, Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizden uzaklaşarak? Yoo, siz her türlü ölçüyü aşan azgın bir toplumsunuz!"
167. "Ey Lût!" dediler, "Eğer [bu sözlerinden] vazgeçmezsen [bu şehirden] mutlaka kovulacaksın!"
168. [Lût:] "İyi bilin ki, ben bu sizin yaptıklarınızı sonuna kadar kınayanlardan biri olarak kalacağım!" dedi.
169. [Ve sonra şöyle dua etti:] "Ey Rabbim, beni ve ailemi bunların yapageldikleri (kötülüklerden) kurtar!"
170. Bunun üzerine Biz de o'nu ve ailesini kurtardık;
171. yalnızca geride kalmayı seçen bir kocakarı bunun dışında kaldı; (71)

71 - Yaşlı kadın, 7:83, 11:81, 27:57 ve 29:32-33'den de anlaşıldığı gibi, kocasını izlemek yerine kendi halkıyla kalmayı tercih eden ve böylece ihanet eden Hz. Lût'un kendi karısıydı (karş. 66:10).

172. ve sonra ötekileri kırıp geçirdik;
173. üzerlerine [helak edici] yağmurlar yağdırdık; (72) uyarıl[dıkları halde uslanmay]anların maruz kaldığı yağmur, gerçekten, ne korkunçtur! (73)

72 - Bkz. 11:82 ve ilgili 114. not. 73 - Yahut: geçmiş zaman kipiyle, lafzen, "o uyarılanların yağmuru ne korkunçtu/ne kötüydü!" Her iki anlamıyla da cümle, Sodom ve Gomore'nin günahkar halkıyla ilgilidir. Bununla birlikte, cümle, kuvvvetle muhtemeldir ki, azaba uğrayan toplumların hepsini içine alan genel bir îma da taşımaktadır (bkz. 11:83'ün son cümlesi hk. 115. not). Zemahşerî'nin bu cümleyle ilgili açıklaması da bizimkine paraleldir.

174. Bu [kıssada da insanlar için] bir ders vardır; onlardan çoğu [buna] inanmasalar da...
175. Şüphesiz senin Rabbin çok acıyıp esirgeyen O yüceler yücesidir!
176. [VE] O AĞAÇLI vadinin halkı da kendilerine gönderilen elçiyi yalanladılar.
177. Hani, Şuayb (74) onlara: "Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımayacak mısınız?" demişti,

74 - Bkz. 7:85'in ilk cümlesi hk. 67. not. Şuayb Peygamber ve Medyen ("ağaçlı vadi") halkının kıssası hakkında ayrıntılı bilgi 11:84-95'de verilmektedir.

178. "Bakın, ben size [O'nun tarafından] gönderilmiş güvenilir bir elçiyim;
179. öyleyse artık Allah'tan yana bilinç ve duyarlık gösterin ve bana itaat edin!
180. Üstelik, ben sizden bir karşılık da beklemiyorum; benim hak ettiğim karşılığı vermek âlemlerin Rabbinden başkasına düşmez.
181. Ölçüyü [her zaman ve herkese karşı] tam tutun; [başkalarının hakkını düzenbazca] eksilten kimselerden olmayın;
182. ve [tarttığınız zaman] şaşmaz bir teraziyle tartın,
183. insanları hak ettikleri şeylerden yoksun bırakmayın; (75) ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın;

75 - Karş. 7. sure, 68. not.

184. sizi de, sizden önceki nesilleri de yaratan Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyın!" (76)

76 - İnsanın bu dünyadaki hayatının geçiciliğine ve dolaylı bir biçimde, Allah'ın yargısına ilişkin bir îma.

185. [Halkı Şuayb'a şöyle] dedi: "Sen düpedüz büyülenmiş birisin;
186. olup olacağın, bizim gibi ölümlü bir insansın; doğrusunu istersen, biz senin düpedüz bir yalancı olduğunu düşünüyoruz! (77)

77 - Lafzen, "senin mutlaka yalancılardan olduğunu düşünüyoruz".

187. Eğer doğru sözlü biriysen, haydi, göğü parça parça başımıza indir (de görelim)!"
188. [Şuayb:] "Bütün (bu) yaptıklarınızı en iyi bilen Rabbimdir" diye cevap verdi.
189. Böylece onu yalanlamış oldular; ve bu yüzden, (kopkoyu) gölgelerle kaplı bir günün (78) azabı onları kıskıvrak yakaladı.

78 - Bu "gölgelerle kaplı gün" ifadesiyle, çoğu zaman volkanik patlama ya da yer sarsıntısıyla birlikte çöken fiziksel bir karanlığa işaret edilmiş olabileceği gibi (7:91'de ifade edildiğine göre, Medyen halkı da böyle bir karanlığa maruz kalmıştı), geç kalınmış bir pişmanlıkla birlikte baş gösteren ruhsal bir karanlığa ve kasvete de işaret edilmiş olunabilir.

190. Bu [kıssada da insanlar için] bir ders vardır; insanların çoğu [buna] inanmasalar da...
191. Şüphesiz senin Rabbin çok acıyıp-esirgeyen O yüceler yücesidir! (79)

79 - Her biri bu iki ayetle noktalanan sekiz kıssa burada böylece tamamlanmaktadır. Bu kıssalar ister Allah'ın varlığını, eşsiz ortaksız olduğunu, ister mal mülk, nüfûz ve şöhret gibi dünyevî bağlılıkların boş ve değersiz olduğunu; ve isterse yeryüzündeki bütün canlılara karşı koruyucu ve şefkatli davranmanın insanın temel yükümlülüklerinden biri olduğunu belirtici yönde olsun, bütün tezahürleri ve boyutlarıyla manevî/ahlakî gerçeğin ya da gerçekliğin hemen her çağda insanlığın büyük çoğunluğu tarafından reddedildiğini, bilinç ve duyarlık olarak körleşmiş, sağırlaşmış yığınların inatçı tepkileriyle geri tepildiğini dile getirmektedirler. Bu kıssalarda -yahut, daha doğru bir ifadeyle, Kur'an'da sıkça anlatılan bu kıssaların bu suredeki şekillerinde- tekrarlanan cümleler, ifadeler ve karşılıklı konuşmalar bize, insanlık durumunun, yahut insanın temel yaklaşımının gerçekte hiç değişmediğini ve sonuç olarak da, hakkı tebliğ eden kimselerin her çağda insanın hırs ve tamah duygularına karşı, nüfûz ve iktidar tutkusuna karşı, insanın kendini beğenmişliğine karşı mücadele vermek zorunda olduklarını vurgulamaktadır.

192. İMDİ, şüphesiz, bu [ilahî mesaj] âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir; (80)

80 - Bu ayetle yeniden, sûrenin başında vaz‘edilen temaya, yani Kur'an'da örneklenen ilahî vahiy olgusuna ve insanların buna karşı gösterdikleri tepkiye dönülmektedir.

193. onunla, mutlak güvenilirlik derecesinde olan vahiy inmiştir (81)

81 - Hemen bütün klasik müfessirlere göre, er-rûhu'l-emîn ("inanılır" [yahut "güvenilir"] ruh") ifadesi, saf ruhanî ve melekî tabiatı sebebiyle günah işlemesi ve dolayısıyla Allah'ın kendisinde öngördüğü güvenilirliği ihlal etmesi mümkün olmayan Vahiy Meleği Cebrail için kullanılan bir tabirdir (karş. 16:50). Öte yandan, rûh terimi Kur'an'da çoğu zaman "vahiy" anlamında kullanıldığına göre (bkz. 2. sure, 71. not, 16. sure, 2. not) özellikle, "Hz. Peygamber'in "kalbine inmiştir" ifadesi de gözönüne alınırsa, terimin yukarıdaki anlam akışı içinde "mutlak güvenilirlik derecesinde vahiy" anlamında kullanılmış olması da mümkündür.

194. senin kalbine, ki [ey Muhammed, onunla] uyaran kimselerden biri olasın
195. [ve çevrendekileri] apaçık Arap diliyle (82) [uyarasın].

82 - Bkz. 14:4 -"Biz hiçbir elçiyi kendi halkının dilinden başka bir dille göndermedik" ve ilgili 3. not. Buna rağmen, Kur'an'ın yine de evrensel bir mesaj olduğu pek çok ayetle belirtilmiştir (örn. 7:158, yahut 25:1). Kur'an'da bahsi geçen, "Arap diliyle tebliğde bulunan" diğer peygamberler Hz. İsmail, Hûd, Salih ve Şuayb'dır ki, bunların hepsi Arap kavmindendir. Ayrıca, İbranîce ve Ârâmîce'nin de eski Arap dilinin değişik lehçeleri olduğu hatırlanırsa, İbranî peygamberlerin hepsinin Arap diliyle tebliğde bulundukları söylenebilir.

196. Ve bu [mesaj, temel çizgileriyle], hiç şüphesiz, ilahî hikmetleri bildiren önceki kitaplarda (83) da yer almaktadır.

83 - Lafzen, "öncekilerin kitaplarında (zubur, tekili zebûr)" (bkz. 21. sure, 101. not). Zemahşerî ve Beydâvî (ve öncekinin kaydettiğine göre İmâm Ebû Hanîfe) tarafından yukarıdaki ayet için yapılan bu açıklama, Muhammed (s)'e vahyedilen mesajın, temel çizgileri itibariyle (me‘ânî), öteki peygamberlere vahyedilen mesajla aynı olduğu yolunda sıkça vurgulanan Kur'ânî öğretiyle tam bir bağdaşma içindedir. Daha yaygın bir diğer açıklama ise: "... bu [Kur'an]dan önceki kitaplarda da bahsedilmiştir [yahut "önceden haber verilmiştir"]" yolundadır. (Bkz. bu açıdan, 2:42 hk. 33. not ve -Hz. İsa'nın yaptığı tebligata özel bir atıfla- 61:6 hk. 6. not.)

197. İsrailoğulları arasındaki [birçok] bilginin bu [gerçeği] bilmeleri (84) onlar için (85) yeterli bir belirti sayılmaz mı?

84 - Zımnen, "Ve sonuçta Müslüman olmaları": nitekim, Abdullah b. Selâm, Ka‘b b. Mâlik ve öteki bazı Medineli bilgin Yahudiler Hz. Peygamber'in yaşadığı yıllarda, Yemenli Ka‘bu'l-Ahbâr ve onun bazı hemşehrileri Halife Ömer zamanında ve dünyanın her yanından daha niceleri sonraki yüzyıllarda İslam'ı benimsemişlerdir. Yukarıdaki ayette Hristiyan bilginlerden değil de, Yahudi bilginlerden söz edilmesinin sebebi, muhtemelen, tahrif edilmiş şekliyle de olsa elde Tevrat nüshalarının bulunmasına karşılık, Hz. İsa'ya vahyedilen kitabın aslının kaybedilmiş olması (bkz. 3. sure, 4. not) ve dolayısıyla Hz. İsa'nın tebligatıyla Kur'an arasında temeldeki paralelliğin belgesel olarak ortaya konamamasıdır.

85 - Yani, Muhammed (s)'in peygamberliğine inanmayanlar için.

198. Onu Arap olmayan birine indirseydik,
199. ve bu yabancı onu [kendi diliyle] onlara okusaydı, onlar yine inanacak değillerdi. (86)

86 - Kur'an'da pek çok yerde belirtildiği gibi, Muhammed (s)'in Mekkeli çağdaşlarından çoğu Allah'ın "kendileri gibi bir ölümlüye" mesajını emanet etmeyeceği gerekçesiyle başlangıçta o'nun risaletine inanmaya yanaşmamışlardı; hem de, bu tavrı, Kur'an'ın, tam olarak anlayabilsinler diye "apaçık bir Arapça'yla" ifade edilmiş olduğunu gördükleri halde bırakmamışlardı; fakat (yukarıda ifade edildiğine göre) Hz. Peygamber bir yabancı olsaydı ve mesajı da başka bir dille vahyedilmiş olsaydı, şimdi inanmayanlar o zaman inanmaktan daha da uzak olacaklardı, çünkü bu sefer de mesajı anlayamadıklarını söyleyerek neredeyse meşru olan bir mazeretle ona karşı çıkacaklardı (karş. 41:44).

200. Biz bu [mesajı]n o günahkarların kalplerinden [bir yankı bulmadan] geçip gitmesine yol açtık: (87)

87 - Yani, mesajı kalplerinde kökleştirmeden ve "bir kulaklarından girip ötekinden çıkmak" suretiyle. Allah'ın buna "yol açması" konusunda bkz. 2. sure, 7. not ve 14. sure, 4. not.

201. o can yakıcı azabı görmedikçe ona inanmayacaklardır.
202. O azap ki, sonunda, onların hiç beklemedikleri bir anda ansızın gelip çatacaktır;
203. ve o zaman onlar: "Acaba geri bırakılamaz mıyız?" (88) diye feryad edecekler.

88 - Yani, "bize yaşamak için ikinci bir şans verilemez mi?"

204. O halde, azabımızın çarçabuk gelmesini mi istiyorlar? (89)

89 - İnanmayanların bu alaycı talebi hk. bkz. 6:57, 8:32 ve ilgili notlar; ayrıca bu surenin 187. ayeti.

205. İmdi, düşün, [ey Muhammed]: onlara [dünya hayatının] tadını çıkarmaları için yıllarca fırsat vermişsek,
206. ve sonra vaad edildikleri [azap] başlarına gelmişse;
207. kendilerine vaktiyle verilmiş olan fırsatın onlara ne yararı olabilir?
208. Kaldı ki, Biz hiçbir toplumu önceden uyarmadan yok etmemişizdir
209. ve hatırlatıcı mesajlar göndermeden; (90) çünkü Biz [hiç kimseye] asla zulmetmeyiz.

90 - Lafzen, "Bir hatırlatıcı (mesaj) yoluyla uyarıcılar göndermeksizin hiçbir toplumu yok etmedik"; bkz. 6:131, 15:4, 20:134 ve ilgili notlar.

210. Ve [bu ilahî mesaj öylesine katıksız vahiy ürünüdür ki] onu asla şeytanî güçler indirmemiştir; (91)

91 - Risalet görevinin ilk yıllarında Muhammed (s)'in Mekkeli bazı muhalifleri, Kur'an'ın belâgat ve fesâhatını Muhammed (s)'in, karanlık güçlerle ve kötücül ruhlarla (şeyâtîn) ilişkisi olan bir kâhin olduğu iddiasıyla açıklamaya çalışmışlardır.

211. çünkü bu onların harcı değildir; zaten, buna güçleri de yetmez.
212. Ayrıca, onların onu dinlemeleri [de] kesin olarak engellenmiştir!
213. Bunun içindir ki, [ey insanoğlu,] Allah'la beraber başka bir ilaha başvurma ki kendini azaba uğrayanların arasında bulmayasın. (92)

92 - Cümlenin başında yer alan fe (çeviride "bunun içindir ki" sözcükleriyle aktarılmıştır) edatının 208. ayetle bağlantı sağladığı açıktır. Aşağıda 94. notta da gösterildiği gibi, bu pasajın tamamı genel olarak insana hitab etmektedir.

214. Ve en yakınları[ndan başlayarak (93) erişebildiğin herkesi] uyar

93 - Her mümin erişebildiği herkese hakkı tebliğ etmekle sorumludur; fakat, bu tebliğe, hiç şüphesiz kendisine en yakın olan kimselerden ve özellikle de kendi sorumluluğu altında bulunan kimselerden yani, kendi ailesinden başlaması gerekir.

215. ve seni izleyen müminlere kol kanat ger; (94)

94 - Bizim çeviride "kol kanat ger" ifadesiyle aktardığımız "kanatlarını indir" şeklindeki deyimsel ifade hk. bir açıklama için bkz. 17:24 ve ilgili 28. not. "Seni izleyen bütün müminler" ifadesi (pek çok müfessirin görüşünün tersine) göstermektedir ki yukarıdaki pasaj Hz. Peygamber'e değil -çünkü tanım gereği, Hz. Peygamber'e inanan herkes zaten o'na uyuyor, o'nu izliyor demektir; bunun tersi de doğrudur- fakat Kur'an'la yolunu çizmeyi seçmiş herkese hitab etmekte ve böylelerini, yani ruhen ve zihnen daha önde, daha ilerde ve belki daha tecrübeli olanları ötekilere karşı sevgiye, şefkate ve sorumluluk duygusuyla davranmaya çağırmaktadır. Bu açıklama yukarıda 213. ayet için de bir açıklama hükmündedir; çünkü bu ayette ortaya konan tavsiye ("Allah'la beraber başka bir ilaha başvurma/yakarma") Kur'an'ı dinleyen ya da onu okuyan herkes için anlamlı olmakla beraber, Hz. Peygamber'in kendisine yöneltildiği zaman biraz anlamsız düşmektedir; çünkü, Hz. Peygamber için Allah'ın varlığı ve birliği zaten tebliğ ettiği mesajın esasını teşkil etmektedir.

216. buna rağmen sana karşı çıkarlarsa, de ki: "Ben sizin yapıp-ettiklerinizden sorumlu değilim!"
217. Ve bu yolda, çok acıyıp esirgeyen O yüceler yücesine güven,
218. O ki senin (O'nun yolunda tek başına) ayakta kalmaya çalıştığını da görmektedir, (95)

95 - Taberî'nin kaydettiği üzere, Mücâhid'e göre, bu ifade "her nerede olursan ol seni görmektedir" anlamındadır. Öteki müfessirler bu ifadeye "namaza durduğun zaman seni görmektedir" anlamını vermişlerdir; ama bunun, ayetin anlamını oldukça daraltan bir yorum olduğu ortadadır.

219. [O'nun huzurunda] saygıyla yere kapananlar arasında yer aldığını (96) da görmektedir;

96 - Yani, "sana karşı çıkanların" zıddına olarak inananlar arasında (bkz. yukarıda 216. ayet).

220. çünkü her şeyi bütün gerçeğiyle bilen (ve dolayısıyla) her şeyi işiten O'dur!
221. Sana o şeytanî güçlerin kime indiğini haber vereyim mi?
222. Onlar nerede kendi kendini aldatan (97) günahkar biri varsa ona inerler.

97 - Effâk terimi lugat olarak "büyük yalancı" yahut "yalancılığı huy haline getiren" kişi demektir; bu ayette ise, daha çok, "kendi kendini aldatan" anlamına gelmektedir; bu anlama geldiği, kendi kendini aldatan kimselerin ister istemez başkalarını da aldatmaya, başkalarına da yalan söylemeye yatkın olduklarına işaret eden sonraki ayetten de anlaşılmaktadır.

223. ki, böyleleri [zaten hep asılsız, aldatıcı şeylere] kulak verir ve onlardan çoğu başkalarına da yalan söylerler. (98)

98 - Lafzen, "onların çoğu yalan söylerler".

224. Şairlere gelince, (99) [onlar da kendi kendilerini aldatmaya yatkındırlar ve bu sebeple] onlara [da yalnızca] azgınlar uymaktadır.

99 - Müşrik Araplar'ın öne sürdüğü, Kur'an'ın Muhammed (s)'in şiir alanındaki maharetinin bir ürünü olduğu yolundaki iddiaya ilişkin bir îma. (Bkz. 36:69 ve ilgili 38 ve 39. notlar.)

225. Görmez misin onların her vadide [sözcüklerin, hayallerin peşinde] şaşkın şaşkın dolaştıklarını; (100)

100 - Hâme fî vidyân ("vadilerde gezdi") deyimi, pek çok müfessirin belirttiği gibi, sözcüklerle ve hayallerle (ya da düşüncelerle) belli bir gerçeklik fikrine bağlı olmadan amaçsız ve çoğu zaman da tutarsız bir biçimde oynamak anlamında kullanılmaktadır; yukarıdaki anlam örgüsü içinde bu deyim, bütün iç tutarsızlıklardan uzak olan Kur'an'ın mükemmeliyeti yanında şairlerin ortaya koydukları şeylerin tutarsızlığına, güvenilmezliğine dikkat çekmek üzere kullanılmaktadır: (karş. 4:82 hk. 97. not).

226. ve [çoğu zaman] yapmadıklarını söyleyegeldiklerini?
227. Ama inanan, dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyan, Allah'ı sıkça anan, [sadece] haksızlığa uğratıldıkdan sonra kendilerini savunan (101) ve haksızlık yapanların, hangi devrimle devrileceklerini (102) er geç görecekleri [konusunda Allah'ın vaadine güvenen şairler] bu hükmün dışındadır!

101 - Bu ifadeyle Kur'an, gerçek müminlerin ancak kendilerini savunmak amacıyla savaşa girebileceklerini açıklığa kavuşturmaktadır: karş. bu anlamda savaşla ilgili ilk atfın yer aldığı 22:39-40 ve savaşı meşru kılan şartlar konusunda ayrıntılı açıklamaların geçtiği 2:190-194.

102 - Lafzen, "ne [tür] devrilişle devrileceklerini".

KURAN uygulamasını telefonunuza siz de yükleyin: