Meal Seç / Sure Seç

Tegabun Suresi

TÜRKÇE - MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ


( MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ )

64 - Tegabun
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA (1)

1 - Otoritelerin çoğunluğuna göre, (9. sure -Tevbe- hariç bütün surelerin başında yer alan) bu ifade Fâtiha'nın ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Bu nedenle 1. ayet olarak numaralandırılmıştır. Bütün diğer örneklerde ise besmele, surelerin başında yer alır ve fakat ayet sayılmaz. Rahmân ve Rahîm ilahî sıfatlarının her ikisi de "bağışlama", "merhamet", "şefkat" anlamına gelen ve fakat daha da kapsayıcı bir mana ifade eden rahmet isminden (bu ismin masdarından) türetilmişlerdir. İlk zamanlardan bu yana İslam alimleri, bu iki terimi birbirinden ayıran anlam nüanslarını tanımlamaya çalışmışlardır. Bu açıklamaların en ikna edici ve sade olanı İbni Kayyım'a aittir (Menâr I, 48'den naklen): (Ona göre,) Rahmân terimi, Allah'ın Varlığı kavramında içkin (mündemiç) bulunan ve ondan koparılması mümkün olmayan rahmet saçıcılığı vasfını kapsarken, Rahîm, bu rahmetin O'nun mahlukatı üzerindeki tezahürünü ve onlar üzerindeki etkisini, başka bir deyişle O'nun aktivite (faaliyet) tarafını ifade eder.

        
Müfessirlerin büyük kısmı bu sureyi Medine dönemine ait görürler, bir kısmı da Mekke döneminin sonlarında nazil olduğunu iddia ederler. Bu sureye ismini veren anahtar sözcük 9. ayetinde geçen teğâbün ("kayıp ve kazanç") ifadesi olmuştur.
1. GÖKLERDE ve yerde olan her şey, Allah'ın sınırsız şanını yüceltir: bütün otorite O'nundur ve bütün övgüler O'na mahsustur; O dilediğini yapmaya kâdirdir.
2. Sizi yaratan O'dur: içinizden kimi hakikati inkar eder, kimi de [ona] inanır. (1) Ve Allah her yaptığınızı görür.

1 - İnsanın Allah'ın yaratıcılığı hakikatini kabul veya inkar etmesine işaret eden yukarıdaki ifade tarzı, hem Taberî'nin hem de Zeccâc'ın bu pasaj ile ilgili (Râzî tarafından nakledilen) yorumlarına uygundur. Zemahşerî'ye göre bu hakikati inkar edenler ilk sırada sayılmıştır, çünkü onlar, bilinçli olarak Allah'a inananlardan sayıca daha fazladırlar ve daha büyük bir etkiye sahiptirler. Bu ifadenin başka bir anlamı ise şudur: Bütün insanlar, Yaratıcı'nın varlığını kavrama içgüdüsel yeteneği ile donatılmış (karş. 7:172 ve ilgili not 139) olduklarından, birinin bu hakikati inkar etmesi ile başka birinin ona inanması, son tahlilde, özgür seçimin bir ürünüdür.

3. O, gökleri ve yeri [derunî bir] anlam ve amaç üzere (2) yaratmış ve size (belli bir) şekil vermiştir; hem de öyle güzel bir şekil ki: (3) yolculuğunuzun varışı O'nadır.

2 - Bkz. sure 10, not 11.

3 - Yani, insan hayatının gerekleri ile uyumlu bir şekilde. Bkz. ayrıca 7:11, not 9.

4. O, göklerde ve yerde olan her şeyi bilir; ve O, sakladıklarınızı da, açığa vurduklarınızı da bilmektedir: çünkü Allah, [insanların] kalpler[in]de olanın her türlü bilgisine sahiptir.
5. GEÇMİŞTE hakikati kabule yanaşmayanların kıssasından haberin yok mu? [Onlar hakikati inkar ettiler] ve böylece yaptıklarının sonucuna katlanmak zorunda kaldılar, (4) [öteki dünyada da] onları bekleyen şiddetli bir azap [vardır]:

4 - Bu, tarihin gösterdiği gibi, temel ahlakî hakikatleri ve dolayısıyla bütün maneviyat ve ahlak ölçülerini reddetmiş olan her toplumun veya milletin kaçınılmaz bir şekilde uğrayacağı felaketlere ve belalara bir işarettir.

6. böyledir, çünkü onlara elçileri hakikatin bütün kanıtları ile defalarca geldiler,(5) ancak onlar [her defasında]: "Yalnızca ölümlü insanlar mı bizim rehberimiz olacak?" (6) şeklinde cevap verdiler. Böylece hakikati inkar ettiler ve ondan uzaklaştılar. Ama Allah [onlara] muhtaç değildi: çünkü Allah Kendine yeterlidir, övgüye layık olandır.

5 - Yani, özellikle kendileriyle ilgili ilahî mesajların emanet edildiği kendi içlerinden çıkmış elçiler. "Defalarca" deyimi, tekrarı ve sürekliliği anlatan kânet te'tîhim ifadesinden çıkarılmıştır.

6 - Lafzen, "bize rehberlik edecek". Bu olumsuz cevap, kendileri bütün manevî/ahlakî ölçülerden uzaklaşmış olmalarından dolayı, içgüdüsel olarak bütün beşerî olgulara karşı derin bir güvensizlik duyan ve bu nedenle, ilahî mesajın kendileri için "tabiatüstü" hiçbir anlam taşımayan sade bir beşer aracılığıyla tezahür edeceği düşüncesini kabul edemeyen insanların ayırıcı özelliğidir.

7. Hakikati inkara şartlanmış olanlar, tekrar diriltilmeyeceklerini iddia ediyorlar! (7) De ki: "Evet, Rabbime andolsun! Siz kesinlikle diriltileceksiniz ve o zaman, [hayatta iken] yaptıklarınız size mutlaka gösterilecektir! Bu, Allah için kolay bir şeydir!"

7 - Onların yeniden dirilmeyi ve öteki dünyaya inanmayı reddetmeleri, hiç kimsenin, ölümünden sonra hayatta yaptıklarının hesabını vermeye çağrılmayacağı kanaatine işaret eder.
8. Öyleyse, [ey insanlar,] Allah'a ve Elçisine ve [size] bahşettiğimiz [vahiy] aydınlığına inanın! Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
9. O'nun sizi [Nihaî] Toplanma Günü bir araya toplayacağı zaman[ı düşünün (8) ], o Kayıp ve Kazanç Gününü! Kim, Allah'a inanıp iyi ve doğru işler yaparsa, [o Gün] Allah onun kötü fiillerini silecek ve onu içinden ırmaklar akan, sonsuza kadar kalacağı bahçelere koyacaktır: bu, büyük bir kurtuluş olacak!

8 - Çeviride hemen kendisinden önce yer alan ve bu bağlamda "zaman" olarak çevirmiş bulunduğum yevme (lafzen, "gün") isminin Kur'an'da mansûb halde kullanılmış olması, yukarıdaki ya da benzeri bir parantez-içi ifadenin kullanılmasını zorunlu kılmıştır.

10. Hakikati inkara ve mesajlarımızı yalanlamaya şartlanmış olanlara gelince, işte onlar ateşi hak edenlerdir, orada kalıp dururlar: ne kötü bir son!
11. ALLAH'IN izni olmadıkça [insanın] başına hiçbir musibet gelmez: o halde, kim Allah'a inanırsa kendi kalbini [bu hakikate] (9) açmış olur; ve Allah her şeyi bilendir.

9 - Yani, Râzî'nin sözleriyle, "Allah'ın iradesine teslimiyete ... [ve böylece] rahatlık zamanlarında şükretmeye, felaket zamanlarında ise sabır göstermeye". Bu ifadeyi -bazı müfessirlerin anladığı gibi- başka bir şekilde, yani "kim Allah'a inanırsa, O [yani Allah] onun kalbini hidayete ulaştırır" şeklinde anlamak da mümkündür. Ancak benim tercih ettiğim çeviri şekli daha uygun görünmektedir, çünkü bu şekildeki çeviri Allah'a bilinçle inanmanın, insan aklını, duyguları ve temayülleri, bu inancın işaret ettiği doğrultuda kontrol etmeye ve yönlendirmeye zorladığı düşüncesini vurgular.

12. Öyleyse Allah'a ve Elçi'ye itaat edin: eğer yüz çevirip uzaklaşırsanız [bilin ki] Elçimiz'in görevi, yalnızca bu mesajı açık bir şekilde iletmektir:
13. Allah, O'ndan başka ilah yoktur! (10) Öyleyse, inananlar yalnız Allah'a güvensinler.

10 - Bu pasajın yukarıdaki şekilde ifade edilmesi şu iki hususu açıklığa kavuşturmaktadır: Birincisi, Allah'ın varlığını, birliğini ve kudretini kavramak, Allah'ın insana verdiği mesajın temel amacı ve dolayısıyla başı ve sonudur. İkincisi, peygamberler, bu mesajı insana iletmek ve açıklamaktan başka bir şey yapmazlar, onu kabul veya reddetmeyi ise insanın aklına ve özgür seçimine bırakırlar.

14. SİZ EY imana ermiş olanlar! Bakın, eşlerinizden ve çocuklarınızdan bazısı (11) size düşmandır: öyleyse onlara karşı dikkatli olun! (12) Ama [hatalarını] hoş görür, tahammül eder ve affederseniz, bilin ki Allah çok bağışlayıcıdır, bir rahmet kaynağıdır.

11 - Yani, "bazan, eşleriniz..." vd. Kur'an öğretisinde ahlakî sorumluluklar kadına olduğu kadar erkeğe de yüklenmiş olduğundan, ezvâcukum terimi "hanımlarınız" şeklinde çevrilmemeli, tersine -klasik Arapça kullanımına göre- evliliğin hem erkek hem de kadın tarafını eşit şekilde kapsadığı dikkate alınarak ona göre çevrilmelidir.

12 - Ailesini sevmesi, bazan erkek veya kadın mümini, inancının ve bilincinin gereklerine aykırı davranmaya itebilir: ve bazan da sevilen taraflardan biri veya diğeri -karı, koca veya çocuk- kişiyi, bazı gerçek veya sunî "ailevî çıkarlar"ı korumak amacıyla ahlakî taahhütlerini terk etmeye ve böylece ötekinin ruhsal "düşman"ı olmaya bilinçli olarak teşvîk edebilir. Bir sonraki cümlenin işaret ettiği, işte bu son durumdur.

15. Sizin malınız mülkünüz ve çocuklarınız, sadece bir sınama ve bir ayartma aracıdır, (13) halbuki Allah katında muhteşem bir ödül vardır.

13 - Bir açıklama için bu pasajın hemen hemen aynısı olan 8:28 ile ilgili not 28'e bkz.

16. O halde, elinizden geldiği kadar Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun, [O'nu] dinleyin ve itaat edin. Ve kendi iyiliğiniz için karşılıksız harcamada bulunun: böylece açgözlülüklerinden kurtulmuş olanlar, işte onlardır mutluluğa ulaşacak olanlar! (14)

14 - Karş. 59:9'un son cümlesi ve bununla ilgili not 14.

17. Eğer Allah'a güzel bir borç verirseniz, O bunu fazlasıyla size geri ödeyecek ve günahlarınızı bağışlayacaktır: çünkü Allah, şükrün karşılığını her zaman verendir, halîmdir;
18. yaratılmışların kavrayış alanının ötesindeki şeyleri de, insanların duyguları ve akılları ile görüp gözleyebildiklerini de (15) bilir; Kudretlidir, Hikmet Sahibidir!

15 - Bkz. sure 6, not 65.

KURAN uygulamasını telefonunuza siz de yükleyin: