Meal Seç / Sure Seç

Tur Suresi

TÜRKÇE - MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ


( MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ )

52 - Tur
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA (1)

1 - Otoritelerin çoğunluğuna göre, (9. sure -Tevbe- hariç bütün surelerin başında yer alan) bu ifade Fâtiha'nın ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Bu nedenle 1. ayet olarak numaralandırılmıştır. Bütün diğer örneklerde ise besmele, surelerin başında yer alır ve fakat ayet sayılmaz. Rahmân ve Rahîm ilahî sıfatlarının her ikisi de "bağışlama", "merhamet", "şefkat" anlamına gelen ve fakat daha da kapsayıcı bir mana ifade eden rahmet isminden (bu ismin masdarından) türetilmişlerdir. İlk zamanlardan bu yana İslam alimleri, bu iki terimi birbirinden ayıran anlam nüanslarını tanımlamaya çalışmışlardır. Bu açıklamaların en ikna edici ve sade olanı İbni Kayyım'a aittir (Menâr I, 48'den naklen): (Ona göre,) Rahmân terimi, Allah'ın Varlığı kavramında içkin (mündemiç) bulunan ve ondan koparılması mümkün olmayan rahmet saçıcılığı vasfını kapsarken, Rahîm, bu rahmetin O'nun mahlukatı üzerindeki tezahürünü ve onlar üzerindeki etkisini, başka bir deyişle O'nun aktivite (faaliyet) tarafını ifade eder.

        
Büyük bir ihtimalle Mekke döneminin son yarısında (bazı otoritelere göre 32. surenin -Secde- hemen ardından) nazil olan bu sure, adını 1. ayetinde geçen Sina Dağı'ndan (et-Tûr) almaktadır.
1. DÜŞÜN Sina Dağı'nı! (1)

1 - Ve tenbih edatının "düşün" olarak çevrilmesi konusunda bkz. 74:32 ile ilgili not 23'ün ilk bölümü. Tûr ifadesi (kelime anlamıyla, "dağ") Kur'an'da, özellikle, Hz. Musa'nın vahiy aldığı yer olan Sina Dağı'nı anlatmak için kullanılmaktadır. Bu bağlamda, bir sonraki ayetin vurgulayacağı Dağ'da indirilen vahiy hakkında mecaz olarak kullanılmıştır.

2. Düşün [Allah'ın] vahyi[ni], ki işlenmiştir
3. açık (2) tomarlar üstüne.

2 - Yani, insanın anlayışına her zaman açık (Râzî).

4. Ayakta kalan [ibadet] evi[ni] (3) düşün!

3 - Bu, insan bilincinin şafağından bugüne kadar insanların -çoğu zaman bulanık şekilde de olsa- Allah'ın varlığını devamlı olarak kavradıkları ve O'nun peygamberlerine bahşettiği sürekli ve doğrudan vahyin telkiniyle ve ibadet yoluyla O'na daha çok yaklaşmaya çalıştıkları gerçeğinin bir temsîlidir. Bu nedenle Beydâvî, el-beytu'l-ma‘mûr ibaresini müminin kalbinin mecazî ifadesi olarak değerlendirir.

5. Düşün yüksek [göğün] tavanı[nı]!
6. Kabaran denizi düşün! (4)

4 - Yani, "görünür evrenin uçsuz bucaksızlığını ve harika bir şekilde düzenlenişini bilinçli bir Yaratıcı'nın kanıtı olarak düşün".

7. GERÇEK ŞU Kİ [ey insanoğlu,] Rabbin tarafından [günahkarlar için] öngörülmüş olan azap, kesinlikle vuku bulacaktır:
8. ona hiç kimse engel olamaz.
9. Göklerin [büyük] bir sarsıntı ile sarsılacağı o Gün [bu azap gerçekleşecek],
10. ve dağların [korkunç] bir hareketle (yerlerinden oynayıp) harekete geçecekler[i Gün].
11. Vay haline o Gün hakikati yalanlayanların,
12. [bütün hayatları boyunca] tamamen boş şeylerle oyalanıp duranların;
13. onlar, o Gün [karşı konulamaz bir] darbe ile cehennem-ateşine atılacaklar [ve kendilerine denilecek:]
14. "Bu, sizin yalanlamış olduğunuz ateştir!
15. Peki bu, bir yanılsama mıydı (5) yoksa [doğruluğunu] görmek istemediğiniz bir şey mi?

5 - Bu, sihr teriminin bu bağlamdaki anlamını ifade etmektedir (bkz. sure 74, not 12).

16. [İşte şimdi] onu çekin! Ama [ister] sabredin, ister etmeyin, sizin için fark etmez: siz, yalnızca yapmış olduğunuzun karşılığını görüyorsunuz." (6)

6 - Yani, "her iki halde de ona katlanmak ve dayanmak zorunda kalacaksınız, çünkü o sadece sizin kendi yaptıklarınızın ve davranışlarınızın bir sonucudur": öteki dünyadaki "ceza" ve "ödüller"in, kişinin bu dünyadaki hareket ve davranış tarzlarının mantıkî sonuçlarının temsîlî tasvirleri olduğu gerçeğine işaret.

17. [Ama,] Allah'a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar kendilerini [o Gün] bahçelerde ve esenlik içinde bulacaklar,
18. Rablerinin kendilerine bağışlayacağı şeyler ile mutluluk bulacaklar: çünkü Rableri onları yakıcı ateşin azabından koruyacaktır.
19. [Ve onlara:] "Yapmış olduklarınızın karşılığı olarak afiyetle yiyip için,
20. sıra sıra dizilmiş [mutluluk] sedirlerine uzanarak!" (7) [denilecek.]Ve [cennette] saf ve temiz, güzel gözlü eşler ile onları evlendireceğiz. (8)

7 - Râzî'nin yukarıdaki ayet ve 18:31 ve 55:54 ile ilgili yorumlarında açıkladığı gibi, cennette "sedirler" yahut "halılar üzerinde uzanmak", iç huzurunun ve zihin dinginliğinin bir sembolüdür ve Râzî'ye göre, serra ("o mutlu idi" [veya "oldu"]) fiil-kökünün hem surûr ("mutluluk") hem de serîr ("sedir") isimlerinin kökü olması da, bunu teyid etmektedir.

8 - Hûrin ‘înin ifadesi ile ilgili bir açıklama için bkz. sure 56, not 8.

21. Kendileri iman eden ve soyları bu imanı sürdürecek olanlara gelince, Biz onları soyları ile bütünleştirecek ve işlerini heder ettirmeyeceğiz: (9) [ama, sonuçta] herkes kendi kazandığının hesabını verecek. (10)

9 - Çocuklarının dürüst ve erdemli oluşlarının anne-babalarının faziletini artıracağına işaret.

10 - Yani, anne-babalarının iyiliği, çocuklarını bireysel sorumluluktan kurtarmaz.

22. Biz onlara meyveyi ve eti bolca vereceğiz, ne isterlerse hepsini:
23. ve orada, [cennette], birbirlerine, boş konuşturmayan ve günaha sokmayan kâseler uzatacaklar. (11)

11 - Karş. 37:47 -"o, çarpmayan ve sarhoşluk vermeyendir"; 56:19 -"onunla kafaları dumanlanmayacak ve sarhoş olmayacaklar": bilinçli/ölçülü ve keyifli hoşnutluğun bir temsîli. Önceki "bolca meyve ve et -ne dilerlerse" şeklindeki atıf ile ilgili olarak Râzî, duyusal tatminin bu sembolik "bolluğu"nun doygunluğa yol açmayacağını, ama -insanın bu dünyadaki durumunun tersine daima tatmin edilecek olan hoşnutluk verici bir isteğin devamına yol açacağını anlatır.

24. Ve onları [ölümsüz] gençlikler bekleyecek, (12) [sanki] kendi kendilerinin [çocuklarıymış gibi], (13) kabuklarının içinde saklanan inciler gibi [saf ve temiz].

12 - Bkz. 56:17-18, not 6.

13 - Râzî, lehum zamirinde (lafzen, "kendileri için", yani, "kendi kendilerinin") îma edilen gayrişahsî adanmayı bu şekilde açıklamıştır.

25. Ve [böylece nimet tattırılanlar,] birbirlerine dönerek [geçmişte yaşadıkları hakkında] sorular soracaklar. (14)

14 - Sembolik bir ifade olan bu "birbirlerine, geçmiş hayatları hakkında soru sormaları", Kur'an'da sıkça zikredilen, insanın bireysel bilincinin bedensel ölümünden sonra da kesintisiz biçimde yaşamaya devam ettiği gerçeğini vurgulamaktadır.

26. Onlar, "Bakın" diyecekler, "eskiden, çoluk-çocuğumuz arasında yaşadığımız sıralarda, [Allah'ın bizden razı olmadığını düşünerek] korku içindeydik; (15)

15 - Bütün klasik müfessirler -bildiğim kadarıyla, istisnasız bir şekilde- yukarıdaki ayeti böyle yorumlamışlardır.

27. ve bu durumdayken Allah bizi lütfuyla inayetlendirdi ve [çaresizliğin] yakıcı fırtınalarının azabından bizi korudu.
28. Şüphesiz biz bundan önce [yalnız] O'na yalvarırdık: [ve O, bize şimdi gösterdi ki (16) ] yalnız O'dur gerçekten iyilik eden ve gerçek rahmet kaynağı!"

16 - Zımnen, "bizim fiilen yaşadıklarımız aracılığıyla". Bu parantez içi açıklama, bir sonraki kelimenin, genel kabul görmüş olan Kûfe ve Basra kıraatına göre innehû ("şüphesiz, O") şeklinde okunması yerine Medine ekolüne göre ennehû ("ki O") olarak okunmasına dayanmaktadır. Taberî'nin vurguladığı gibi bu kıraatlerin ikisi de doğrudur: Ben ikinci şekli tercih ettim, çünkü burada, yeniden dirilme sırasında nimet verilenlere bağışlanacak olan vasıtasız ve kuşatıcı bir basîrete işaret edilmektedir.

29. ÖYLEYSE [ey Muhammed, bütün insanlara] öğüt ver: çünkü, Rabbinin rahmetiyle, sen ne bir kâhinsin, ne de bir deli.
30. Yoksa onlar: "[O, yalnızca] bir şair[dir]; bekleyip görelim zaman ona neler yapacak" mı diyorlar?" (17)

17 - Lafzen, "onun için zamanın kötü tecellîlerini bekleyelim", yani zamanın getireceği kötülükleri: bu, Cevherî ve Zemahşerî'nin (Esâs'da) raybe'l-menûn (ki ikinci kelime, bu otoritelere göre dehr'in, yani "zaman"ın eş anlamlısıdır) ifadesine verdikleri anlamdır. Bu ifade, burada zamanın, peygamber öğretilerinin yanlışlığını yahut en azından bir yanıltma olduğunu isbat edeceği şeklindeki peygamber düşmanlarının beklentilerini yansıtmaktadır.

31. De ki: "[Öyleyse,] ümitle bekleyin: Ben de sizinle birlikte ümitle bekleyeceğim!" (18)

18 - Yani, "siz benim mesajımın yanlışlığının ortaya çıkmasını beklerken ben de onun gerçekleşmesini bekliyorum".

32. Akılları mı onlara bu [tavrı takınmaları]nı telkin ediyor, yoksa (bu hal) [sadece] kaba bir küstahlığın eseri midir? (19)

19 - Bunun anlamı şudur: Onlar bu mesajın içeriğine karşı makul bir gerekçeye mi sahipler -yoksa hakikati açık açık inkar mı ediyorlar ve insanın "kendi kendine yeterliliği"ne (karş. 96:6-7) duydukları küstahça inanç mı onları bu üstün Varlık önünde sorumluluk anlayışını kabul etmekten alıkoyuyor?

33. Yoksa onlar: "Bu [mesaj]ı kendisi uydurmuştur!" mu diyorlar? Hayır, tersine, onlar (gerçeği biliyor, ama) inanmak istemiyorlar!
34. Ama, [eğer onu basit bir fâninin işi olarak görüyorlarsa] ona benzeyen başka bir söylem üretsinler (de görelim!) -söyledikleri doğru mu, değil mi!
35. [Yoksa onlar, Allah'ın varlığını inkar mı ediyorlar? (20)] Kendileri, hiçbir [sebep] olmadan mı yaratıldılar? (21) Yoksa kendi kendilerinin mi yaratıcılarıdırlar?

20 - Yani, O'nun vahyini inkar etmek suretiyle zımnen varlığını da mı inkar ediyorlar?

21 - Yani, "kendiliğinden (spontaneous) bir oluşum" yoluyla.

36. [Ve] gökleri ve yeri onlar mı yarattı? (22) Hayır, ama onlar hiçbir şey hakkında kesin bir inanca sahip değiller!

22 - Bu onların, bütün hilkatin gerisinde bilinçli bir İlk Sebeb'in varlığını kabul etmeye isteksizliklerinin saçma ve geçersiz olduğunun olmayana ergi (reductio ad absurdum: abese ircâ) yoluyla isbatıdır.

37. [Nasıl olabilirler ki?] Rabbinin hazineleri (23) onlarda mı? Onlar mı [kaderden] sorumlular?

23 - Yani, O'nun sonsuz bilgi ve gücünün hazineleri.

38. Yoksa onların [nihaî hakikatlere yükselecekleri ve insan kavrayışının ötesindekini] dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse, [onu] dinlemiş olanlardan birisi [bilgisinin] açık bir delilini getirsin!
39. Yahut, [eğer Allah'a inanıyorsanız], siz [yalnız] erkek çocuk sahibi olurken O[nun] kız çocuk sahibi [olmayı tercih ettiğine nasıl inanırsınız?] (24)

24 - Bu ayet, özellikle Hz. Peygamber'in müşrik çağdaşlarına seslenmekte ve "siz, yalnız Allah'a çocuk isnad etmek suretiyle O'na iftira atıyor değilsiniz, ama aynı zamanda kendinizin küçümsediği bir şeyi, yani kız çocuk sahibi olmayı O'na isnad ederek sapkınlığınızı şiddetlendiriyorsunuz" anlamına gelmektedir: karş. 16:57-59 ve ilgili dipnotlar.

40. Yoksa [ey Muhammed, senin mesajını reddedenler, seni dinlerlerse] onlardan bir karşılık isteyeceğinden ve kendilerini borç altına sokacağ[ından mı korkuyorlar?]
41. Yoksa, [bütün mevcudatın] gizli gerçekliğinin, [zamanı geldiğinde] yazabilmeleri için kendi kavrayış alanları içine gireceği[ni mi sanıyorlar]? (25)

25 - Bununla ilgili bir açıklama için bkz. 68:47'deki benzer bir pasaj ile ilgili not 26.

42. Yoksa [seni çelişkilerin] tuzağına mı düşürmek istiyorlar? Ama aslında tuzağa düşenler onlardır, o hakikati inkar edenler! (26)

26 - Yani, sürekli olarak çelişkiler içinde boğulanlar onlardır; Kur'an'ın mesajı çelişkilerden uzaktır (karş. 4:82 ve ilgili not).

43. O halde, Allah'tan başka bir tanrıları mı var? Allah, sınırsız şanıyla insanların O'na yakıştırdığı ortaklardan münezzehtir!
44. AMA ONLAR, [hakikati] görmeyi reddedenler, gökyüzünde bir parçanın düşmekte olduğunu görselerdi, [yalnızca] "O, bir bulut yığını[ndan ibaret]tir!" derlerdi.
45. Bundan böyle, dehşete kapılacakları [Hesap] Günü ile karşılaşıncaya kadar kendi hallerine bırak onları:
46. O Gün komplolarının kendilerine hiçbir faydası olmayacak ve hiçbir yardımcı bulamayacaklar...
47. Gerçek şu ki zulüm işlemeye şartlanmış olanları, [öteki dünyadaki korkunç azaptan] daha yakın bir azap beklemektedir: (27) ama çoğu bunun farkında değil.

27 - Kur'an, 32:21'de olduğu gibi, burada da, her şer fiilin bu dünyada bile onu işleyenleri şu veya bu şekilde etkileyeceği gerçeğini vurgulamaktadır -bu etki, ya onu çevresinin dostluğundan yoksun bırakarak iç yalnızlığını derinleştirmek (çevresine yabancılaştırmak -T.ç.n), yahut daha dolaysız bir şekilde, gerçek bir mutluluğu ve tatmini imkansız kılacak şartları yaratmak suretiyle gerçekleşir.

48. O halde Rabbinin hükmünü sabırla bekle, çünkü sen gözümüzün önündesin; (28) ve her ne zaman ayağa kalkarsan Rabbinin sınırsız şanını hamd ile yücelt,

28 - Yani, "Bizim korumamız altındasın".

49. gece ve bütün yıldızların çekildiği an O'nun şanını yücelt.
KURAN uygulamasını telefonunuza siz de yükleyin: