Meal Seç / Sure Seç

Zümer Suresi

TÜRKÇE - MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ


( MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ )

39 - Zümer
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA (1)

1 - Otoritelerin çoğunluğuna göre, (9. sure -Tevbe- hariç bütün surelerin başında yer alan) bu ifade Fâtiha'nın ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Bu nedenle 1. ayet olarak numaralandırılmıştır. Bütün diğer örneklerde ise besmele, surelerin başında yer alır ve fakat ayet sayılmaz. Rahmân ve Rahîm ilahî sıfatlarının her ikisi de "bağışlama", "merhamet", "şefkat" anlamına gelen ve fakat daha da kapsayıcı bir mana ifade eden rahmet isminden (bu ismin masdarından) türetilmişlerdir. İlk zamanlardan bu yana İslam alimleri, bu iki terimi birbirinden ayıran anlam nüanslarını tanımlamaya çalışmışlardır. Bu açıklamaların en ikna edici ve sade olanı İbni Kayyım'a aittir (Menâr I, 48'den naklen): (Ona göre,) Rahmân terimi, Allah'ın Varlığı kavramında içkin (mündemiç) bulunan ve ondan koparılması mümkün olmayan rahmet saçıcılığı vasfını kapsarken, Rahîm, bu rahmetin O'nun mahlukatı üzerindeki tezahürünü ve onlar üzerindeki etkisini, başka bir deyişle O'nun aktivite (faaliyet) tarafını ifade eder.

        
Mekke döneminin ortalarında nazil olan bu sure, adını 71 ve 73. ayetlerinde geçen zümerâ ("zümreler/topluluklar halinde") kelimesinden alır. Ana tema, tabiatın bütün tezahürlerinde mevcut olan Allah'ın varlığının ve birliğinin kanıtlarıdır; ve buradan, yalnızca O'nun insanın kaderini belirleyebileceğine ve yalnızca O'na karşı insanın sorumlu olacağına geçilmektedir. Temel fikir, 53. ayette ifade edilmiştir: "Ey kendilerine karşı haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin: Allah bütün günahları bağışlar", yani ölmeden önce pişmanlık duyanların günahlarını. Bundan sonra surenin büyük bölümü, Son Saat'in ve Hesap Günü'nün teşbîhleriyle doludur; çünkü "Allah bu yolla kulların(ın kalbin)e korku salar" (ayet 16), tıpkı iyi kullarına "Rablerinin katında her dilediklerini bulacakları"nı vaad etmesi gibi (ayet 34).
1. BU ilahî kelâmın indirilişi, güç ve hikmet Sahibi olan Allah'tandır:
2. hakikati ortaya koyan bu vahyi sana indiren Biziz: öyleyse içten bir inançla Allah'a bağlanarak yalnız O'na kulluk et!
3. Halis inancın yalnız Allah'a yönelmesi gerekmez mi? O'ndan başkasını dost ve koruyucu edinenler, "Biz bunlara sırf bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz!" [derler]. (1) Şüphesiz Allah, [Kıyamet Günü] onlar arasında (2) [hakikatten saptıkları] her konuda mutlaka hüküm verecektir: çünkü Allah, [kendi kendine] yalan söyleyen (3) ve inatla nankörlük yapan hiç kimseyi rahmetiyle doğru yola ulaştırmaz!

1 - Bu değinme, yalnız azîzlere/velîlere, meleklere ve "putlaştırılmış" kişilere tapınma ile sınırlı olmayıp aynı zamanda bunların sembollerine (heykel, resim, mumya, vb.) ve hayatta olmayan kişilerin gerçek veya temsîlî kabirlerine tapınmayı da kapsamaktadır. Bütün bu uygulamalar, tapınmada bulunanın, kendisi ile Allah arasında "aracılık" umuduna dayandığından Allah'ın ilim ve adalet sıfatlarıyla çelişir ve bundan dolayı, -yaygın bir kabul görmesine rağmen- Kur'an tarafından şiddetle reddedilir.

2 - Yani, kulluk edenler ile onları saptıran ruhanî liderleri arasında (karş. 34:31-33).

3 - Karş. 6:22-24 ve ilgili notlar.

4. Eğer Allah bir evlat edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediği herhangi birini seçebilirdi; [fakat] O, kudret ve ihtişamında sınırsızdır! (4) O, Tek Allah'tır: bütün mevcudat üzerinde mutlak otorite Sahibi!

4 - Bunun anlamı şudur: Allah sonsuz kudret Sahibi olduğundan dilediği her şeyi yapabilir veya dilediğine sahip olabilir. Demek ki eğer isteseydi "Kendine bir çocuk edinebilirdi" (Hz. İsa'nın "Allah'ın oğlu" olduğu şeklindeki Hristiyan doktrinine işaret). Ancak O, "sınırsız kudret ve ihtişam Sahibi" olduğundan -yani tam bir mükemmeliyete sahip ve bütün eksikliklerden münezzeh olduğundan- haddizatında (ipso facto) çocuk edinme isteği veya ihtiyacının taşıdığı noksanlıktan da uzaktır, bu da O'nun bir "erkek çocuk" sahibi olması ihtimalini mantıksal olarak dışlamaktadır. (Karş. 6:100'ün son cümlesi ve ilgili not 88).

5. O, gökleri ve yeri [derunî bir] hakikate (5) göre yaratmıştır. O gecenin gündüze sızıp onu örtmesini ve gündüzün de geceye sızıp örtmesini sağlar; O, güneşi ve ayı [kendi kanunlarına] tâbi tutmuştur, her biri [O'nun tarafından] belirlenen bir süre içinde akıp gitmektedir. (6)O, güçlü ve bağışlayıcı değil midir?

5 - Bkz. 10:5'in son cümlesi ile ilgili not 11.

6 - Bkz. 13:2, not 5.

6. O, sizi, [hepinizi] bir tek candan yaratmıştır ve ondan da eşini var etmiştir; (7) ve size dişi-erkek evcil hayvanlardan dört tür (8) bağışlamıştır; O, sizi annelerinizin rahimlerinde, üç katman karanlığın içinde, peşpeşe yaratılış safhalarından geçirerek (9) yaratmaktadır. İşte Rabbiniz Allah budur: hükümranlık O'nundur; O'ndan başka ilah yoktur: Buna rağmen hakikati nasıl gözardı edersiniz? (10)

7 - Bkz. 4:1 ve ilgili not 1.

8 - Lafzen, "çiftler [halinde] sekiz". Yani dört hayvan türünden (koyun, keçi, deve ve öküz) birer erkek ve dişi. Bu ifadenin çeviri tarzıyla ilgili bir açıklama için bkz. 6:143-144, not 130. Söz konusu ayetlerde, aynı türden evcil hayvanlara İslam öncesi çağların anlamsız, saçma tabuları çerçevesinde değinilmiştir. Oysa burada onlar, Allah tarafından "bağışlanan" meşru nimetler olarak anılmışlardır. Ayrıca hayvanların bu çerçevede zikredilmesi, insana, rızkını verenin Allah olduğunu ve bundan dolayı insanın Allah'a tamamiyle bağımlı bulunduğunu hatırlatmak içindir.

9 - Lafzen, "üç (katlı) karanlık içinde yaratmadan yaratmaya": Bu ifade, Kur'an'da tekrar tekrar zikredilen (karş. 22:5 ve 23:12-14) embriyonik gelişme safhalarına, rahmin karanlığına, embriyoyu çevreleyen zara ve onun doğum öncesi körlüğüne işarettir.

10 - Lafzen, "nasıl uzaklaşırsınız?" -yani hakikatten.
7. Eğer nankörlük yaparsanız (11) bilin ki Allah size, hiç birinize muhtaç değildir; fakat O, yine de kullarının nankörlüğüne razı olmaz: ama eğer şükrederseniz size rıza gösterir. Hiç kimse kimsenin yükünü taşıyacak değildir. (12) Sonra tümünüz Rabbinize döneceksiniz ve o zaman [hayatta iken] yaptıklarınız[ın anlamın]ı size gösterecektir: çünkü O, [insanların] kalplerinde olan her şeye hakkıyla vakıftır.

11 - Yahut: "eğer hakikati inkar ederseniz".

12 - Bu ifade Kur'an'da tam da aynı sözlerle beş kez geçmektedir (yukarıdaki örneğin dışında, 6:164, 17:15, 35:18 ve 53:38'de -bu sonuncusu vahiy kronolojisinde ilk sırada yer almaktadır). Bu örnek, Hristiyanlıktaki "vekaleten kefaret" (vicarious atonement) doktrinini ve dolaylı olarak, yukarıdaki 3. ayette söz edilen ve not 1'de değinilen velîlere/azîzlere tapınmayı (ve bu doktrin ve uygulamanın reddini) gündeme getirmektedir. (Bkz. ayrıca 53:38, not 31.)

8. İŞTE [böyle:] insanın başına bir bela geldi mi Rabbine yönelerek [yardım için] O'na yalvarır; (13) fakat O'nun rahmetiyle bir nimete kavuşunca da önceden yalvarıp yakardığını unutarak başka güçleri Allah'a rakip çıkarır; (14) ve böylece [başkalarını] O'nun yolundan saptırır. [Bu şekilde günah işleyenlere] de ki: "Bu inkarınızla kısa bir müddet keyif sürün bakalım; [ama sonunda] ateşi hak edenlerden olacaksınız!

13 - Lafzen, "feryad eder", yani içgüdüsel şekilde ve genel bir kural olarak.

14 - Lafzen, "Allah'a ortaklar (endâd, tekili nid) koşar". Karş. 2:22'nin son cümlesi ve ilgili not 13.

9. Yoksa siz, gece boyunca [namazda] secde ederek yahut ayakta durarak kendini [Allah'a] ibadete adayan, öteki dünyayı gözeten ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse [ile kendinizi bir mi tutuyor]sunuz?" (15) De ki: "Hiç bilenler ile bilmeyenler bir olur mu?"[Ancak] yalnızca akıl-iz‘ân sahipleri bunun farkındadır!

15 - Yukarıdaki ayet, alternatif olarak, şu şekilde çevrilebilir: "... Rabbinin rahmetini dileyerek [Allah'a] ibadet eden hiç [hakikati inkar edenle] bir olur mu?"

10. De ki: "[Allah şöyle buyuruyor: (16)] ‘Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun! Bu dünyada iyi şeyler için gayret edenleri güzel bir son beklemektedir. [Unutmayın ki] Allah'ın arzı geniştir, (17) [ve] elbette sıkıntılara göğüs gerenlere mükafatları hesapsız verilecektir!'"

16 - Bu parantez içi açıklama, hemen ardından gelen ve açıkça Allah'a işaret eden "Ey inanan kullarım" ifadesindeki iyelik/aidiyet zamirine dayanmaktadır.

17 - Yani, iyilik yapma ve "şeytandan uzaklaşarak Allah'a sığınma" imkanı her zaman vardır -ki burada işaret edilen hicret kavramının aslî ve manevî anlamı budur: bkz. 4:97, not 124.

11. De ki [ey Muhammed]: "İçten bir inançla Allah'a bağlanarak yalnız O'na kulluk etmekle emrolundum;
12. ve Allah'a teslim olanların öncüsü olmakla".
13. De ki: "Rabbime isyan etseydim, o müthiş [Hesap] Günü'nde [başıma gelecek] azaptan dehşete kapılırdım".
14. De ki: "İçten bir inançla yalnız O'na bağlanarak O'na kulluk ederim.
15. [Siz de, ey günahkarlar,] O'nun dışında dilediğinize kulluk ed[ip etmemeniz kendi elinizdedir]!" De ki: "[Gerçekten] hüsrana uğrayanlar, Kıyamet Günü hem kendilerini, hem de dost ve akrabalarını kaybedecek olanlardır: (18) bu [ap]açık bir kayıp değil midir?

18 - Yani onlar, Kıyamet Günü, bu dünyadaki bütün sevdiklerinden ve yakınlarından geri dönülemez biçimde koparılacaklardır. "Kişinin kendini kaybetmesi" ile, bana göre, bir sonraki cümlede insanın öteki dünyada uğrayacağı "apaçık bir kayıp" olarak tanımlanan, kişinin insan olarak benzersizliğinin ve gerçek/öz kimliğinin tahribata uğraması kasdedilmektedir.

16. Onların üstünde ateş bulutları toplanacak ve altlarında da [benzer ateş] tabakaları bulunacaktır..." Allah kulların(ın kalbin)e işte bu yolla korku salar. (19) Ey kullarım! Öyleyse, Bana karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun;

19 - Kur'an, diğer birçok örnekte olduğu gibi, bu ifadede de öteki dünyada günahkarları bekleyen bütün azap tasvirlerinin gerçek amacına ve mecazî niteliğine telmihte bulunmaktadır; karş. 74:35-36 -bu [cehennem ateşi] gerçekten büyük [bir uyarı]dır: ölümlü insan için bir uyarı".

17. şeytanî güçlere kulluk yapma [eğilimin]den kaçınanlara (20) ve Allah'a yönelenlere [öteki dünya için mutluluk] müjdeleri vardır. (21) Öyleyse bu müjdeyi kullarıma ver;

20 - Tâğût'u "şeytanî güçler" olarak çevirmem konusunda bkz. sure 2, not 250. Bu terim, burada kişinin bütün manevî bağlarını kaybetmesine ve duygularının esiri olmasına yol açan, belli bazı şeytanî ihtirasların veya arzuların -otorite tesisi peşinde koşmak, başkasını sömürerek servet edinmek, her türlü gayriahlakî aracı kullanarak sosyal gelişme ve ilerlemeyi sağlamak vb. arzuların- ifsad edici gücünü anlatmaktadır.

21 - Karş. 10:62-64.

18. [şu] söylenen her sözü [dikkatle] dinleyen ve onların en güzeline uyan [kullarım]a: (22) [çünkü] Allah'ın hidayetine mazhar olanlar onlardır ve onlar [gerçek] akıl-iz‘ân sahipleridir!

22 - Râzî'ye göre bu ifade, her dinî yükümlülüğü (terimin en geniş anlamıyla) kendi akılları ışığında değerlendiren ve akıllarının geçerli veya mümkün gördüklerini kabul edip akıllarına yatmayanları reddeden kişileri tasvir etmektedir. Yukarıdaki ayet, Râzî'nin sözleriyle, "insanın, aklın sunduğu kanıtlara (hüccetü'l-‘akl) uymasının ve eleştirel değerlendirme (nazar) ve mantıksal çıkarımın (istidlâl) [bulgularıyla] uyumlu sonuçlara varmasının yüceltilmesini ve övülmesini" ifade etmektedir. Benzer bir yorum, daha basit terimlerle de olsa, Taberî tarafından da yapılmıştır.

19. Peki, ya (23) [Allah'ın] azabına çarpılmış olan kimse[yi insanlar kurtarabilir] mi? Ateşi hak eden kimseyi sen kurtarabilir misin? (24)

23 - Bana göre fe-men'deki fe ön-eki böyle çevrilmelidir -bu çeviri biçimi, inananlara verilen müjdeler ile günah işledikleri için "kendilerini kaybedecek olan"ları (ayet 15-16) bekleyen azap arasındaki zıtlığı vurgulamaktadır.

24 - Günahkarların ölüm gelmeden önceki içten tevbelerinin Allah tarafından daima kabul edildiği şeklindeki müteaddit Kur'ânî ifadeler karşısında, buradaki mutlak "azaba mahkumiyetin" tevbe etmeden ölenler ve böylece kendilerini "ateşe atanlar" ile ilgili olduğu açıktır.

20. Buna karşılık, (25) Rablerine karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar, [öteki dünyada] üst üste bina edilmiş altından ırmaklar akan yüksek köşklere sahip olacaklardır: [Bu,] Allah'ın vaadi[dir]; [ve] Allah vaadinden asla dönmez.

25 - Lafzen, "Ama" (lâkin). Bu kelime, 17-18. ayetlerin ele aldığı konuya yeniden dönüşü göstermektedir.

21. GÖRMEZLER Mİ göklerden yağmur indiren ve onu su kaynakları şeklinde yeryüzünde akıtıp duran Allah'tır. Ve sonra onunla çeşitli renklerde ekinler yetiştiren, sonra da onları kurutan O'dur. O zaman sen ekinlerin sarardığını görürsün; ve sonunda Allah onları toz haline getirir. (26) Şüphesiz bunlarda akıl-iz‘ân sahipleri için gerçek bir ders vardır!

26 - Başka birçok örnekte olduğu gibi, tabiatta görülen hayatın ve ölümün mucizevî çevrimine (cycle) ve sınırsız dönüşümlere yapılan yukarıdaki Kur'ânî atıf da, Allah'ın kudretinin ve özellikle ölüyü yeniden diriltme gücünün vurgulanmasına katkıda bulunmakta -böylece, dolaylı olarak, önceki ayetin sonunda geçen "Allah, vaadinden asla dönmez" ifadesine îmada bulunmaktadır.

22. Öyleyse Rabbinden [gelen] bir ışıkla aydınlansın diye, Allah'ın, kalbini kendisine tam teslimiyet arzusuyla genişlettiği kimse [kalbi kör ve sağır olanla bir] olur mu? Kalpleri Allah'ı anmaya karşı katılaşmış olanların vay haline! Onlar apaçık bir sapıklık içindedirler!
23. Allah, bütün öğretilerin en güzelini, kendi içinde tutarlı, [gerçeğin] her türlü ifadesini çeşitli biçimlerde tekrarlayan (27) bir ilahî kelâm şeklinde indirir; (28) [bir ilahî kelâm ki] Rablerinden korkanların ondan tüyleri ürperir: [fakat] sonunda Allahı[n rahmetini] hatırlayınca kalpleri ve tenleri yumuşar, sakinleşir. İşte Allah'ın rehberliği böyledir: [Doğruya yönelmek] isteyeni bu şekilde doğru yola eriştirir; (29) Allah'ın saptırdığı [kişi] ise, hiçbir yol gösterici bulamaz. (30)

27 - Bu karşılık, Zemahşerî'nin yukarıdaki ayet ile ilgili yorumunda belirttiği gibi, mesânî (mesnâ'nın çoğulu) teriminin bu bağlamdaki en uygun karşılığını ifade etmektedir. Râzî'nin tercih ettiği karşılık ise "ifadelerini ikileyen" şeklinde olup bütün Kur'ânî öğretilerde vurgulanan çok kutupluluğa işaret eder (emir ve yasaklar, haklar ve ödevler, ödül ve ceza, cennet ve cehennem, aydınlık ve karanlık, genel ve özel, vb. gibi). Kur'an'ın iç tutarlılığı için bkz. 4:82 ve 25:32 ve bunlarla ilgili dipnotlar.

28 - Lafzen, "indirmektedir", yani adım adım/safha safha. Nezzele fiil kalıbı, ilahî vahiy sürecinin tedricîliğini ve devamlılığını göstermektedir, bu nedenle geniş zaman kipinde daha iyi ifade edilebilir.

29 - Yahut: "dilediğini bununla hidayete ulaştırır". Bu her iki çeviri tarzı da sözdizimi açısından doğrudur.

30 - Bkz. 14:4, not 4.

24. Kıyamet Günü, [çıplak] bir yüzden başka, [başına gelecek] korkunç azaptan kendisini koruyacak bir şeyi olmayan (31) kimse [Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyan kimse gibi] olur mu? [O Gün] zalimlere: "[Hayatta iken] kazandıklarınızı [şimdi] tadın bakalım!" denilecektir.

31 - Lafzen, "yüzü ile kendisini koruyacak olan": kendisini koruyacak hiçbir şeye sahip olmayan kişiyi îma eden deyimsel bir ifade.

25. Onlardan öncekiler [de] hakikati yalanlamışlardı; bunun üzerine başlarına nereden geldiğini anlamadıkları bir bela gelmişti:
26. Ve Allah böylece onlara bu dünyada [da] rezilliği ve perişanlığı tattırmıştı. (32) Ama [günahkarların] öteki dünyadaki azapları daha büyük olacaktır; [şimdi hakikati inkar edenler] keşke bunu bilseler!

32 - Karş. 16:26, inkarcıların "bu dünyada" görecekleri azaba ve aşağılanmalarına işaret eden yukarıdaki referansı açıklayıcı nitelikteki "Allah kurdukları yapıları temellerinden çökertti" ilave cümlesinin geçtiği ayet.

27. İŞTE Biz, bu Kur'an'da üzerinde düşünsünler diye insanların önüne her türlü örnek olayı (33) koyduk;

33 - Kur'an'ın başka birçok yerinde görüldüğü gibi, insanları öteki dünyada bekleyen şartların -iyi yahut kötü- tasvir edilmesinin hemen ardından veya kısa bir süre sonra "örnek olay" (mesel) teriminin kullanılması, bütün bu gibi tasvirlerin "yaratılmış varlıkların kavrayışlarını aşan" şeylerle (ğayb) bağlantılı olduğunu ve bu nedenle, ancak beşerî deneyimlerin terimleriyle anlatılabilen ve bu şekilde insanın kolayca kavrayabileceği nitelikte olan teşbîhler veya temsîller aracılığıyla insana aktarılabileceğini bize hatırlatmak içindir.

28. ve onu bütün çapraşıklık ve eğriliklerden uzak (34) Arapça bir hitabe olarak [vahyettik ki,] Allah'a karşı sorumluluklarının bilincine varsınlar.

34 - Lafzen, "hiçbir eğrilik (‘ivec) taşımayan"; yani anlamını örtebilecek nitelikte bir eğrilik. Bkz. bu terimin biraz farklı bir ifade ile geçtiği ayet 18:1'e ilişkin not 1. Bu ilahî kelâmın "Arap dilinde" indirilmesi konusunda bkz. 12:2, 13:37, 14:4 ve 41:44 ile bu ayetlere ait dipnotlar.

29. [Bu amaçla,] Allah size bir örnek olay anlatmaktadır: tümü birbiriyle ihtilaflı birçok ortağı olan (35) kimsenin emrindeki adam ile tamamen bir kişiye bağlı bulunan adam[ın hikayesi]: içinde bulundukları şartlar açısından bu iki adam eşit olabilir mi? (36) [Hayır,] bütün övgüler [yalnız] Allah'a mahsustur; fakat çoğu bunu anlamaz.

35 - Lafzen, "[Birçok] ortağı (şürekâ') bulunan", yani efendileri birden çok olan: ilahî güçlerin çokluğuna inanmak ile ilgili bir mecaz.

36 - Çoğunlukla "örnek olay/kıssa" (parable) olarak çevirdiğim (mesela bu ayetin başlangıcı ile 27. ayette) mesel terimi, esas olarak bir benzerliği gösterir: yani bir şeyin başka bir şeye benzerliğini. Fakat bazan, sıfat ("vasıf", "tabii vasıflar" yahut bir şeyin "tabiatı") veya hâlet (bir şeyin "durum"u veya "hal"i) kelimeleriyle eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Yukarıdaki örnekte bu anlamların sonuncusu daha uygundur, çünkü insanın iki çatışan davranışının getirdiği duruma işaret etmektedir: yani bir taraftan Allah'ın aşkın birliğine ve benzersizliğine inanmak, diğer taraftan yaratılmış varlıklara yahut Allah'ın "suretler"i olduğu varsayılan varlıklara ilahî güçler ve sıfatlar yakıştırmak.

30. [Ey Muhammed,] şüphesiz sen ölümü tadacaksın ve şüphesiz onlar da ölüp gidecek:
31. ve sonra Kıyamet Günü hepiniz anlaşmazlıklarınızı Allah'ın önüne koyacaksınız.
32. Allah hakkında yalan uydurandan (37) ve önüne konulan gerçeği yalanlayandan daha zalim kim vardır? Cehennem, hakikati inkar edenler için [en uygun] yer değil midir? (38)

37 - Bu örnekte geçen "Allah hakkında yalan uydurmak", Allah'ın uluhiyetine O'nun dışındaki bir kişiyi veya şeyi ortak kılmayı ifade eder. Bu, çok tanrıcılık inancı şeklinde olabileceği gibi Allah'ın insan şeklinde "tecessüm" ettiğine inanmak ve velîlere/azîzlere yarı ilahî vasıflar yakıştırmak şeklinde de olabilir.

38 - Lafzen, "cehennemde ... için bir yer bulunmaz mı?": bu, belâgat gereği sorulan (cevap beklemeyen) bir soru olup öncelikle ahiretteki azabın bütün günahkarlar için kaçınılmaz bir kader -sembolik olarak "bir yer/mekan"- olduğunu; ikinci olarak da "cehennem" kavramı ve tasviriyle [günahkarların] kendi fiilleri sonucu hak ettikleri azabın bir temsîlinin verildiğini gösterir.

33. Ama hakikati getiren ve onu bütün kalpleriyle tasdik edenler; işte onlar Allah'a karşı sorumluluklarının [tam] bilincinde olanlardır!
34. Özledikleri her şey onları Rablerinin katında beklemektedir: Bu, iyilik yapanlar için bir mükafat olacaktır.
35. Bu amaçla Allah, işledikleri kötülükleri siler ve onları [hayatta iken] yaptıkları en güzel şeylere göre ödüllendirir.
36. ALLAH kuluna kafî değil mi? Ama seni, O'ndan başka (39) [kulluk yaptıkları hayali ilah]ları ile korkutuyorlar! Allah kimi saptırırsa artık onu yola getiren bulunmaz,

39 - Yahut: "O'nun yerine". Bu, yalnız sahte ilahlara bir atıf olmayıp aynı zamanda yaşayan veya ölmüş olan azîzlere/velîlere, gündelik zihinlerin karizmatik nitelikler yüklediği bazı soyut kavramlara -servet, iktidar, sosyal statü, ulusal veya ırksal üstünlük, insanın "kendi kendine yeterli" olduğu düşüncesi vb.- ve nihayet, insanların düşünce ve isteklerine hakim kılınan bütün düzmece değerlere bir atıftır. Ateist, her zaman, bu hayalî güçlere ve değerlere dikkat edilmesinin gerekliliğini vurgular ve hem kendisini hem de hemcinslerini, bunu ihmal etmenin pratik hayatlarında kötü sonuçlar doğuracağı ihtimali ile korkutur.

37. Allah kimi doğru yola yöneltirse de onu saptıran olmaz. Allah kudret Sahibi ve kötülüklerin hesabını gören değil midir?
38. Ve işte böyledir [çoğu insanlar]: Eğer (40) onlara "Gökleri ve yeri yaratan kimdir?" diye sorarsan hiç tereddütsüz "Allah'tır!" derler. (41) De ki: "Allah'ı bırakıp taptıklarınızın ne olduğunu hiç düşündünüz mü? Eğer Allah bana bir zarar vermek istese, bu [hayalî güçler] O'nun vereceği zararı önleyebilirler mi? Yahut bana rahmet dilese O'nun rahmetini [benden] esirgeyebilirler mi?" De ki: "Allah bana yeter! [O'nun varlığına] emin olanlar, [yalnızca] O'na güven duyarlar".

40 - Le-in edatının bu çevirisi için bkz. sure 11, not 11.

41 - Bkz. 31:25, not 23.

39. De ki: "Ey [hakikati inkar eden] kavmim! Elinizden gelen her şeyi yapın, ben de [Allah yolunda] gayret göster[meye devam ed]eceğim: yakında göreceksiniz,
40. kimi [bu dünyada] utanıp rezil olacağı bir azaba (42) dûçâr olacak ve kimi de [öteki dünyada] kesintisiz bir azabın ortasına düşecek!"

42 - Lafzen, "onu aşağılatacak bir azâba": sahte ve düzmece değerlere teslimiyetin, zorunlu olarak, insanda ruhî çürümeye yol açtığını ve çoğunluk tarafından tercih edilmesi halinde ise sosyal bir çöküşe ve derin bir bunalıma dönüşeceğini ifade eden bir deyim.

41. BİZ, insanlığ[ın kurtuluşu] için hakikati ortaya koyan bu ilahî kelâmı indirdik sana. Kim [buna sarılarak] doğru yola ulaşmayı seçerse bu kendi lehinedir ve kim de (yoldan) saparsa yine kendi aleyhine sapmış olur: sen onların seçimlerini belirleme gücüne sahip değilsin. (43)

43 - Yahut: "sen onların davranışlarından sorumlu değilsin" (bkz. 17:2, not 4).

42. Bütün insanların, [bedenen] öldüklerinde canlarını alan ve henüz ölmemiş olanları da uyku halinde [ölü gibi yapan] Allah'tır; [yalnız O'dur bu güce sahip olan]: (44) O, böylece ölümlerine hükmettiklerini [hayattan] koparır, diğerlerini de [kendisinin koyduğu] bir mühlet için salıverir. [Bütün] bunlarda gerçekten düşünenler için mesajlar vardır!

44 - Râzî'ye göre bu pasaj, öncesi (sibâk) ile temsîlî bir bağlantı içindedir. Hidayet aydınlığı hayata benzetilirken, insanın sapkınlığı ölüme, sürekli olmaması halinde ise ölümü andıran uykuya benzetilmiştir. Ama bunun da ötesinde, burada -sonraki pasajlarla uyumlu olarak- Allah'ın kudreti ve özellikle de hayat verme (yaratma) ve onu geri alma gücü ile ilgili hatırlatmada bulunulmaktadır. Yeteveffâ fiiline gelince, bu kelime, "O, [bazı şeyleri] tamamiyle koparıp götürdü" anlamına gelir; ve ölüm, bütün hayatî güdülerin ("can") yaşayan bir bedenden uzaklaşması -"tamamen koparılması"- şeklinde tanımlandığından bu fiil kalıbı, öncelikle "ölüme yol açmak" ve (geçişsiz halde) "ölmek" yahut (isim olarak) "ölüm" anlamında kullanılmaktadır: Bu, Kur'an'da her zaman başvurulan bir kullanımdır. Geleneksel olarak uyku halinin ölüme benzetilmesi, her iki halde de, birinci halde geçici ve kısmî, ikinci halde ise tam ve sürekli olmak üzere, bedende bir bilinç kaybı görülmesindendir. (Enfüs'ün -nefs'in çoğulu- alışılmış şekilde "ruhlar/canlar" olarak çevrilmesi yukarıdaki bağlamda kesinlikle uygun değildir, çünkü Kur'an'ın temel öğretisine göre insanın ruhu, onun bedensel ölümüyle "ölmez", tersine sonsuza kadar yaşamaya devam eder. Bu sebeple enfüs terimi, burada "insanlar" olarak çevrilmelidir.)

43. Ama (45) onlar, Allah'ın yanısıra [hayalî] şefaatçiler[e (46) de kulluk yapmayı] tercih ederler. De ki: "Nasıl olur? Onların hiçbir şeye güçleri yetmese de ve akılları (hakikati) kavramıyor olsa da mı?" (47)

45 - Bu, em edatının bu bağlamdaki karşılığı olup (Zemahşerî) Allah'ın kudretine dair birçok kanıta rağmen birçok insanın hâlâ O'nu yok sayma eğiliminde olduklarını gösterir.

46 - Yani, Allah'ın izni olmaksızın icraat yapan şefaatçilere -ki bu, Kur'an'ın kesin şekilde reddettiği bir varsayımdır (bkz. sure 10, not 7).

47 - Ölmüş velîlerin/azîzlerin, onların kabirlerinin ve bıraktıkları eserlerin ve hayalî varlıkların cansız sembollerinin kutsanmasına atıf.

44. De ki: "Şefaat [hakkını verme yetkisi] yalnız Allah'a aittir: (48) Gökler ve yer üzerindeki hakimiyet [yalnız] O'nundur ve sonunda yalnız O'na döndürüleceksiniz".

48 - Şefaat (şefâ‘at) meselesi için bkz. 10:3, not 7.

45. Ve Allah ne zaman tek başına anılsa, öteki dünyaya inanmayanların kalpleri keskin bir nefretle dolar. Halbuki O'nun yanısıra başka [hayalî] güçler de anıldığı zaman hemen (yüzleri güler,) neşelenirler! (49)

49 - Allah'ı tanımak/bilmek, bir ahlakî sorumluluk duygusuna dayanmak zorunda olduğundan, Allah'a inanmayan kişi ondan uzaklaşır ve böyle bir ahlakî talepte bulunmayan hayalî güçlere -gerçek veya mecazî- keyifle "tapınma"ya başlar.

46. De ki: "Ey Allahım! Ey gökleri ve yeri yaratan! Ey yaratılmış varlıkların kavrayış alanı dışındaki şeyleri de, yaratılmışların akıl ve duyularıyla görüp gözleyebildiklerini de bilen! (50) Kullarının ayrılığa düştükleri her konuda [Kıyamet Günü] aralarında hüküm verecek olan Sensin!"

50 - Bkz. sure 6, not 65.

47. Fakat eğer o zalimler yeryüzündeki her şeye ve (hatta) iki misli fazlasına (51) sahip olsalardı, onu Kıyamet Günü [başlarına gelecek] korkunç bela için fidye olarak teklif ederlerdi; (52) çünkü daha önce hiç hesaba almadıkları şey [o zaman] Allah tarafından karşılarına çıkarılacak: (53)

51 - Lafzen, "Onunla birlikte bir benzerine".

52 - Karş. 3:91 ve ilgili not 71.

53 - Lafzen, "Allah tarafından onlara aşikar kılınacaktır (bedâ lehum)" -yani, insanın ahiretteki konumunun ve akibetinin bu dünyadaki davranışları ve eylemleri tarafından belirleneceği gerçeği: başka bir deyişle, öteki dünyadaki mutluluk yahut azap (temsîlî olarak "cennet" veya "cehennem" ve "mükafat" veya "ceza"), insanın bu dünyada yeteneklerini, fırsatlarını ve imkanlarını kullanmasının tabii sonuçlarından başka bir şey değildir.

48. ve [hayatta iken] yaptıkları kötülükler açığa vurulacaktır: ve böylece alaya alıp durdukları hakikat onları sarıp kuşatacaktır. (54)

54 - Lafzen, "alaya aldıkları şey onları saracaktır" veya "sarmış olacaktır": yani, ölümden sonraki hayat realitesi ve Allah'ın peygamberlerinin tebliğ ettiği manevî hakikatler onları sarıp kuşatacaktır.

49. İŞTE [böyle:] İnsanın başına bir bela geldiğinde bize yardım için yalvarır; fakat ona katımızdan bir iyilikte bulunduğumuz zaman, [kendi kendine,] "[Bütün] bunlar bana [benim kendi] hikmetimden (55) dolayı verilmiştir!" der. Hayır! Bu [rahmetin verilmesi] bir imtihandır, ama çoğu onu anlamaz.

55 - Lafzen, "bilgiden" -yani, "benim refahım, kendi kabiliyetlerimin ve kurnazlığımın eseridir": bkz. 28:78'in ilk cümlesi ve açıklayıcı dipnotu. Bu söz veya düşünce, orada efsanevî bir kişilik olan Kârûn'a izafe edilmişken bu örnekte -ki vahiy kronolojisinde ilk sırada gelir- o tür insanların karakteristiği olarak sunulmuştur (bkz. mesela 7:189-190, bu ayetlerde söz konusu eğilim, ebeveynlik tecrübesi ile bağlantılı olarak vurgulanmıştır).

50. Onlardan önce yaşamış olanlar[ın çoğu da kendi kendilerine] aynı şeyi söylemişlerdi; ama kazandıkları şeyler onlara fayda vermedi:
51. çünkü işledikleri her kötülük, onlara [geri] döner. Ve bugün zulmeden insanlar[ın (56) başlarına da aynı şey gelecektir]: işledikleri her kötü fiil [tekrar] kendilerine dönecek ve onlar [Allah'ı] asla aldatamayacaklardır!

56 - Lafzen, "burada bulunanlar arasından zulm etmiş olanlar" (ellezîne zalemû).

52. Bilmezler mi Allah dilediğine bol rızık verir, dilediğine az? Doğrusu, bunda inanan insanlar için dersler vardır!
53. DE Kİ: "[Allah şöyle buyuruyor: (57)] ‘Ey kendilerine karşı haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin: Allah bütün günahları bağışlar; (58) çünkü yalnız O, çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır!'"

57 - Bkz. bu surenin 10. ayetinin ilk sözleri ile ilgili not 16.

58 - Yani, "günahkarlar her ne zaman tevbe edip O'na yönelirlerse": karş. mesela 6:54 -"Rabbiniz rahmet ve bağışlamayı kendine ilke edinmiştir- böylece biriniz bilgisizlikten dolayı kötü bir fiil işler ve daha sonra tevbe edip dürüst ve erdemli bir hayat yaşamaya başlarsa [görecektir ki] O, çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır"; yahut 4:110 -"kim kötülük yapar yahut kendisine [başka türlü] zulmeder de daha sonra affetmesi için Allah'a yalvarırsa O'nun çok bağışlayıcı ve rahmet kaynağı olduğunu görecektir."

54. Öyleyse [yalnız] Rabbinize yönelin ve [ölümün ve yeniden dirilmenin] azabı başınıza gelmeden önce O'na teslim olun, sonra hiç kimse sizi koruyamaz. (59)

59 - Karş. 4:18 -"ne ölüm anına kadar kötülük işleyip duran, ama o an gelip çattığında "Şimdi tevbe ediyorum!" diyenlerin tevbesi kabul edilecektir, ne de hakikat inkarcısı olarak ölenlerin".

55. Bu azap, siz farkında olmadan, âniden başınıza gelmeden önce Rabbiniz tarafından size indirilmiş olan en güzel [öğretiye] uyun,
56. ki hiçbir insan (60) [Kıyamet Günü] "Allah'a karşı umursamaz davrandığım ve [hakikati] küçümseyenlerden biri olduğum için yazıklar olsun bana!" demesin;

60 - Nefs terimi, başka bir anlama geldiğine dair açık bir işaret olmadığı sürece "insan"ın kendisini ifade eder; bu sebeple, bu terime atıfta bulunan şahıs zamirleri (ki Arapça'da dişildir), benim çevirimde eril (müzekker) halde ifade edilmişlerdir.

57. yahut, "Eğer Allah beni doğru yola iletseydi mutlaka O'na karşı sorumluluk bilinci duyanlardan biri olurdum!" demesin diye,
58. yahut, [kendisini bekleyen] azabın farkına vardığında "Keşke [hayatta] bana bir şans daha verilse de iyilik yapanlar arasına girsem!" (61) demesin diye.

61 - Karş. 2:167 ve 26:102, aynı zamanda 6:27-28 ve ilgili not 19.

59. [O zaman Allah şu cevabı verecektir:] "Tabii, elbette! Mesajlarım sana ulaştı(ğı halde) sen onları yalanladın, yersiz bir gurura kapıldın ve hakikati inkar edenler arasına girdin!"
60. İşte [böyle,] Kıyamet Günü Allah hakkında yalan uyduranların yüzlerinin [acıdan ve mahcubiyetten dolayı] kapkara kesildiğini görürsün. (62) Yersiz gurura kapılanlar için cehennem, [uygun] bir yer değil mi? (63)

62 - İsvedde vechuhû (lafzen, "yüzü karardı" veya "karanlıklaştı") deyimi, deyimsel olarak, acıyı ve aşağılanmayı yansıtan bir yüz ifadesini tanımlamak için kullanılır (karş. 16:58), tıpkı karşıtı olan ibyedda vechuhû (lafzen, "yüzü beyazlaştı" veya "parlamaya başladı") deyiminin mutluluğun veya haklı bir gururun yüzdeki ifadesini göstermesi gibi: karş. 3:106 -"bazı yüzler [mutlulukla] parıldar ve bazı yüzler [acıyla] kararır". Bunun yanında, her iki deyim mecazî bir anlama da sahiptir: "aşağılandı" [yahut "aşağılanmayı hissetti"] ve tersi olarak "onurlandırıldı" -bu ayette geçen "Allah hakkında yalan uydurma" konusunda ise bkz. yukarıdaki not 37.

63 - Bkz. bu surenin 32. ayetinin son cümlesi ile ilgili not 38.

61. Ama Allah, kendisine karşı sorumluluk bilinci duyanları koruyacak ve [iç dünyalarında] ulaştıkları üstün mertebelerden dolayı [onlara mutluluk bağışlayacaktır]; ne bir kötülük dokunacak onlara, ne de üzüntüye kapılacaklar.
62. ALLAH her şeyin yaratıcısıdır ve yalnız O'dur her şeyin yönünü ve sonucunu belirleme gücüne Sahip olan. (64)

64 - Vekîl teriminin bu bağlamdaki kullanılışı için bkz. 17:2, not 4.

63. Göklerin ve yerin [sırlarının] anahtarları O'ndadır: Allah'ın mesajlarını inkara şartlanmış olanlara gelince, kaybedenler işte onlardır!
64. De ki: "Siz ey [doğru ile eğriden] habersiz olanlar! Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi teklif ediyorsunuz?"
65. Halbuki, [ey insanoğlu,] sana ve senden önce yaşamış olanlara vahyedilmiştir ki (65) Allah'tan başkasına ilahî sıfatlar yakıştırırsan bütün çabaların kesinlikle boşa gidecektir: çünkü [öteki dünyada] mutlaka ziyana uğrayanlardan olacaksın.

65 - Yani, "... peygamberlere vahyedilmiş olan ilahî mesajlar aracılığıyla bildirilmiştir ki". Hemen hemen bütün klasik müfessirlerin, bu pasajın Muhammed (s)'e hitab ettiği şeklindeki görüşleri anlamlı değildir; çünkü ne Muhammed (s)'in ne de o'ndan önce gelmiş olan hiçbir peygamberin "Allah'tan başkasına ilahî bir sıfat yakıştırmak" gibi (ayetin atıfta bulunduğu bir fiil) vahim bir günah işlemiş olduğu düşünülemez. Diğer taraftan, yukarıdaki uyarı, hangi şartta ve zamanda olursa olsun, genel olarak insanoğluna yönelik olarak düşünüldüğünde ancak anlamlı ve geçerli bir uyarı olarak algılanabilir.

66. Hayır, [yalnız] Allah'a kulluk etmeli ve [O'na] şükredenlerden olmalısın!
67. Onlar, [O'ndan başkasına kulluk edenler,] Allah hakkında doğru bir anlayışa sahip değiller; çünkü bütün yeryüzü, Kıyamet Günü O'nun için avuç içi kadar bir şey olacaktır, gökler de O'nun sağ elinde dürülmüş hale gelecek: (66) O kudret ve egemenliğinde sınırsızdır, ve onların ortak koştukları her şeyin kat kat üstündedir!

66 - Yani, bütün evren O'nun karşısında bir hiç olacaktır: Allah'ın kudreti hakkındaki bu özel teşbîh için bkz. 21:104. Kur'an'da ve sahih Hadisler'de, Allah'ın mutlak gücü ve otoritesini ifade için "el" teriminin mecazî olarak kullanılmasının birçok örnekleri vardır. Yukarıda Kıyamet Günü'nün bu şekilde özel olarak vurgulanması, insanoğlunun, ayetin devamında "O, kudret ve egemenliğinde sınırsızdır" (subhânehû) sözleriyle işaret edilen Allah'ın kudretini ancak kendisinin yeniden dirilmesiyle tam olarak kavrayabileceği gerçeğinden dolayıdır.

68. [O Gün hesap] sûru üflenecek; ve yerde, gökte ne varsa hepsi, Allah'ın [hariç tutmak] istedikleri dışında, düşüp bayılacaklar. (67) Sonra sûr yeniden üflenecek; işte o zaman [yargı kürsüsü önünde] duranlar [hakikati] görmeye başlayacaklar! (68)

67 - Burada, 27:89'dan da açıkça anlaşılacağı gibi, iman edip yararlı işler yapanların bu dünyadaki ruhî hayatlarının -ve dolayısıyla, öteki dünyadaki mutluluklarının- sürekliliği kasdedilmektedir. Karş. 21:103 -"[Kıyamet Günü'nün uyandıracağı] o benzeri olmayan büyük korku bile onları kaygılandırmayacaktır."

68 - Karş. 37:19.

69. Ve yeryüzü Rabbinin nuru ile (69) aydınlanacak. [Herkesin işlediğinin] hesabı ortaya dökülecek; (70) bütün peygamberler ile [öteki] bütün şahitler (71) huzura çağrılacak ve kendilerine adaletle hükmedilecektir. Ve onlara asla haksızlık yapılmayacak,

69 - Yani, O'nun apaçık vahyi ile. Ayrıca bkz. Kıyamet Günü, "yer başka bir yere dönüşecek, gökler de başka göklere" diyen 14:48. Evrenin (yok olması değil) bu dönüşümü ile ilgili daha fazla bilgi 20:105-107'de bulunmaktadır.

70 - Karş. 17:13-14 (ve ilgili not 18); ayrıca 18:49.

71 - Bkz. 4:41 ve ilgili not 52. Buna göre, yukarıdaki ifade, "bütün peygamberler şahit olarak", yani Allah'ın mesajlarını ilettikleri kişiler aleyhine şahit olarak anlamına da gelebilir. Ama bu ihtimallerin tümü dikkate alındığında şühedâ' terimi (yahut 40:51'de eşhâd) burada -onun tekil biçimi olan şehîd'in 50:21'deki kullanımının gösterdiği gibi- insanı Hesap Günü kendi aleyhine şahitlik yapmaya zorlayacak yeni edinilmiş bilinci gösterir (karş. 6:130, 17:14, 24:24, 36:65, 41:20 vd.).

70. çünkü herkes, yapmış olduğu [iyi veya kötü] her şeyin karşılığını tam olarak görecektir: (72) Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir.

72 - Karş. 99:7-8, "kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu(n karşılığını) görecek, kim de zerre kadar kötülük yapmışsa karşılığını görecektir".

71. Hakikati inkara şartlanmış olanlar, bölük bölük cehenneme sürüleceklerdir; oraya vardıklarında kapılar açılacak ve muhafızlar onlara, "Aranızdan, size Rabbinizden mesajlar getiren ve sizi bu [Hesap] Günü'ne karşı uyaran elçiler gelmedi mi?" diye soracaklar. Onlar, "Elbette geldiler!" diye cevap verecekler. Ama hakikati inkar edenler için azap [hükmü] çoktan verilmiş olacaktır; (73)

73 - Yani, onların tevbe edilmemiş günahlarının kaçınılmaz bir sonucu olarak.

72. [ve] onlara: "Artık oturup kalacağınız cehennemin kapılarından girin içeri!" denilecektir. Büyüklük taslayanlar (74) için ne dehşetli bir mekandır orası!

74 - Zımnen, "ve bu nedenle, Allah'ın elçileri tarafından kendilerine bildirilen rehberliğe teslim olmayı reddetmiş olanlar"; karş. 96:6-7 -"insan ne zaman kendini yeterli görse fütursuzca azar". Aynı zamanda karş. 16:22 ve ilgili not 15.

73. Rablerine karşı sorumluluk bilinci duyanlar da bölük bölük cennete gönderileceklerdir; oraya vardıklarında kapılarının ardına kadar açık olduğunu görecekler; (75) ve muhafızlar onlara, "Selâm size! Hoş geldiniz! İşte buyrun, içinde temelli kalacağınız bu [cennete] girin!" diyecekler.

75 - Lafzen, "ve kapıları açılacak" [veya "açılmış olacaktır"], yani burada zaman açısından önceliği gösteren ve edatının işaret ettiği gibi, onların varışından önce (Zemahşerî). Bu bağlamda karş. 38:50 -"kapıları ardına kadar açık sonsuz mutluluk ve esenlik bahçeleri".

74. Onlar da: "Bize verdiği sözü yerine getiren ve bu [esenlik] alanını yaptıklarımızın karşılığı olarak bize bağışlayan, (76) böylece cennette dilediğimiz şekilde yerleşmemizi sağlayan Allah'a hamdolsun!" diyeceklerdir. Ve [Allah yolunda] çaba sarf edenlerin mükafatı ne yüce, ne üstün olacaktır.

76 - Lafzen, "bizi bu beldeye varis kılan", yani cennete. Klasik müfessirlerin çoğuna göre "miras" kavramı, burada mecazî olarak kullanılmış olup mutluluğa nail olanların meşru haklarını veya karşılıklarını göstermektedir. Arz terimi (lafzen "yeryüzü" yahut "belde") aynı zamanda -özellikle şiirde- "yayılıp giden herhangi bir şey/saha" anlamına gelir (karş. Lane I, 48): Bu sebeple onu, yukarıdaki bağlamda "alan" olarak çevirdim.

75. Ve meleklerin [Allah'ın] kudret tahtının (77) çevresinde toplanıp Rablerinin yüceliğini hamd ile andıklarını göreceksin. [Ölen] herkes hakkında adaletle hükmedilecek ve (şu) sözler telaffuz edilecektir: (78) "Bütün övgüler âlemlerin Rabbi olan Allah içindir!"

77 - ‘Arş ("[Allah'ın] tahtı") terimi Kur'an'da ne zaman geçmişse, Allah'ın bütün varlıklar evreni üzerindeki mutlak otoritesini gösteren bir mecaz olarak kullanılmıştır: bu sebeple onu "[Allah'ın] kudret tahtı" olarak çevirdim. (Bkz. ayrıca 7:54 ve ilgili not 43.) Onun "çevresindeki melekler"den bahsedilmesi, açık bir mecazî anlama sahiptir: bkz. 40:7, not 4 .

78 - Lafzen, "söylenecektir".

KURAN uygulamasını telefonunuza siz de yükleyin: