TÜRKÇE - MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ( MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ ) |
1 - Fatiha |
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA (1)
1 - Otoritelerin çoğunluğuna göre, (9. sure -Tevbe- hariç bütün surelerin başında yer alan) bu ifade Fâtiha'nın ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Bu nedenle 1. ayet olarak numaralandırılmıştır. Bütün diğer örneklerde ise besmele, surelerin başında yer alır ve fakat ayet sayılmaz. Rahmân ve Rahîm ilahî sıfatlarının her ikisi de "bağışlama", "merhamet", "şefkat" anlamına gelen ve fakat daha da kapsayıcı bir mana ifade eden rahmet isminden (bu ismin masdarından) türetilmişlerdir. İlk zamanlardan bu yana İslam alimleri, bu iki terimi birbirinden ayıran anlam nüanslarını tanımlamaya çalışmışlardır. Bu açıklamaların en ikna edici ve sade olanı İbni Kayyım'a aittir (Menâr I, 48'den naklen): (Ona göre,) Rahmân terimi, Allah'ın Varlığı kavramında içkin (mündemiç) bulunan ve ondan koparılması mümkün olmayan rahmet saçıcılığı vasfını kapsarken, Rahîm, bu rahmetin O'nun mahlukatı üzerindeki tezahürünü ve onlar üzerindeki etkisini, başka bir deyişle O'nun aktivite (faaliyet) tarafını ifade eder. |
|
1. | RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA (1)
1 - Otoritelerin çoğunluğuna göre, (9. sure -Tevbe- hariç bütün surelerin başında yer alan) bu ifade Fâtiha'nın ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Bu nedenle 1. ayet olarak numaralandırılmıştır. Bütün diğer örneklerde ise besmele, surelerin başında yer alır ve fakat ayet sayılmaz. Rahmân ve Rahîm ilahî sıfatlarının her ikisi de "bağışlama", "merhamet", "şefkat" anlamına gelen ve fakat daha da kapsayıcı bir mana ifade eden rahmet isminden (bu ismin masdarından) türetilmişlerdir. İlk zamanlardan bu yana İslam alimleri, bu iki terimi birbirinden ayıran anlam nüanslarını tanımlamaya çalışmışlardır. Bu açıklamaların en ikna edici ve sade olanı İbni Kayyım'a aittir (Menâr I, 48'den naklen): (Ona göre,) Rahmân terimi, Allah'ın Varlığı kavramında içkin (mündemiç) bulunan ve ondan koparılması mümkün olmayan rahmet saçıcılığı vasfını kapsarken, Rahîm, bu rahmetin O'nun mahlukatı üzerindeki tezahürünü ve onlar üzerindeki etkisini, başka bir deyişle O'nun aktivite (faaliyet) tarafını ifade eder. |
2. | HER TÜRLÜ ÖVGÜ yalnızca Allah'a mahsustur, bütün âlemlerin (2) Rabbi,
2 - Bu ayetteki "âlemîn" terimi, hem maddî hem de manevî anlamdaki bütün varlık kategorilerini gösterir. Arapça rabb kelimesi, başka bir dilde tek bir terim ile kolayca ifade edilemeyecek kadar geniş ve girift bir anlamlar demetini kapsar. Bu ifade, bir şeyin sahipliği ve bunun gereği olarak o şey üzerinde otorite iddiasında bulunma ve bir şeyi başından sonuna kadar kurma/oluşturma, sürdürme ve besleme kavramlarını içerir. Bu çerçevede bir aile reisi, rabbu'd-dâr ("evin efendisi") olarak adlandırılır, çünkü ailesi üzerinde bir otoriteye sahiptir ve onun idamesinden sorumludur. Aynı şekilde, karısı da rabbetu'd-dâr ("evin hanımı") olarak çağırılır. Belirtme takısı (harf-i tarif) olan el ile başladığında rabb, Kur'an'da, özellikle bütün kainatın yegane besleyicisi ve idame ettiricisi -hem objektif, hem de kavramsal olarak- ve dolayısıyla her türlü otoritenin nihaî kaynağı olan Allah için kullanılır. |
3. | Rahmân, Rahîm, |
4. | Hesap Günü'nün Hâkimi. |
5. | Yalnız Sana kulluk ederiz; ve yalnız Senden yardım dileriz. |
6. | Bizi dosdoğru yola ilet, |
7. | nimet bahşettiklerinin (3) yoluna; gazab[ın]a uğrayanların ve sapkınlarınkine değil! (4) 3 - Yani, kendilerine peygamberî bir rehberlik bahşetmek ve ondan yararlanmalarını sağlamak suretiyle. 4 - Hemen hemen bütün müfessirlere göre Allah'ın "gazab"ı (lafzî karşılığı "öfke"), insanın, Allah'ın rehberliğini bilerek reddetmek ve emirlerine aykırı davranmak suretiyle başına açtığı belalar ve felaketler ile eş anlamlıdır. Bazı müfessirler (mesela Zemahşerî), "nimet bahşettiklerinin yoluna..." pasajını şöyle anlamışlardır: "(Senin) gazab(ın)a uğramamış ve sapıklığa düşmemiş olanların (yoluna)". Diğer bazı müfessirler de (mesela Beğavî ve İbni Kesîr) bu yorumu -ki olumsuz tanımlamalar ihtiva etmektedir- uygun görmezler ve surenin son ayetini benim yukarıda çevirdiğim şekilde anlarlar. Doğru yoldan sapan iki toplum ve insan kategorisi konusunda ise bazı büyük İslam düşünürleri (mesela Gazâlî, yahut sonraki dönemlerde Muhammed Abduh) şu görüşü benimsemişlerdir: Allah'ın gazabına uğrayanlar -ki kendilerini O'nun rahmetinden yoksun bırakanlar demektir- olarak tanımlanan insanlar, Allah'ın mesajından tam haberdar olan, onu anlayan ama kabul etmeyenlerdir. "Sapkınlar" ise ya hakikatin hiç ulaşmadığı, ya da onu hakikat olarak kabul etmelerini güçleştirecek kadar değişmiş ve bozulmuş olarak ulaştığı insanlardır (bkz. Abduh, Menâr I, 68 vd.). |