TÜRKÇE - MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ( MUHAMMED ESED KURAN TEFSİRİ ) |
69 - Hakka |
RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA (1)
1 - Otoritelerin çoğunluğuna göre, (9. sure -Tevbe- hariç bütün surelerin başında yer alan) bu ifade Fâtiha'nın ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Bu nedenle 1. ayet olarak numaralandırılmıştır. Bütün diğer örneklerde ise besmele, surelerin başında yer alır ve fakat ayet sayılmaz. Rahmân ve Rahîm ilahî sıfatlarının her ikisi de "bağışlama", "merhamet", "şefkat" anlamına gelen ve fakat daha da kapsayıcı bir mana ifade eden rahmet isminden (bu ismin masdarından) türetilmişlerdir. İlk zamanlardan bu yana İslam alimleri, bu iki terimi birbirinden ayıran anlam nüanslarını tanımlamaya çalışmışlardır. Bu açıklamaların en ikna edici ve sade olanı İbni Kayyım'a aittir (Menâr I, 48'den naklen): (Ona göre,) Rahmân terimi, Allah'ın Varlığı kavramında içkin (mündemiç) bulunan ve ondan koparılması mümkün olmayan rahmet saçıcılığı vasfını kapsarken, Rahîm, bu rahmetin O'nun mahlukatı üzerindeki tezahürünü ve onlar üzerindeki etkisini, başka bir deyişle O'nun aktivite (faaliyet) tarafını ifade eder. |
|
1. | OLACAK OLANIN gerçekleşmesi! (1)
1 - Yani, Kıyamet ve Hesap Günü. O Gün insan, geçmiş hayatının mahiyetini hakkıyla anlayacak ve bütün aldatmacalardan uzak şekilde, kendisini olduğu gibi görecek; geçmişteki bütün eylemlerinin -ve böylece ahiretteki kaderinin- gerçek anlamı kendisine gözlerini kör edercesine gösterilecektir. (Karş. 37:19, 39:68'in son cümlesi ve 50:21-22.) |
2. | Ne korkunçtur (inanmayanlar için) başa gelecek olanın gerçekleşmesi! |
3. | Bilir misin, nedir, başa gelecek olanın gerçekleşmesi? (2)
2 - Nihaî gerçekliği bu anî ve çarpıcı şekilde kavrama, insanın bekleyebileceği veya hayal edebileceği her şeyin ötesindedir: Bu nedenle yukarıdaki belâgat gereği sorunun bir cevabı yoktur. |
4. | SEMÛD ve Âd [kabileleri], o anî felaket (3) [haberlerin]i yalanladılar!
3 - Yani, Son Saat (bkz. 101:1, not 1). İslam öncesi Âd ve Semûd kabilelerinin özellikleri için bkz. 7:65-79 ve ilgili notlar. |
5. | Semûd mu? Onlar şiddetli bir [yer] sarsıntı[sı] ile (4) yok edildi; 4 - Karş. 7:78. |
6. | Âd ise öfkeli bir kasırga ile yok olup gitti, |
7. | Allah, onların [kökünü kurutmak üzre,] üzerlerinde o kasırgayı yedi gece sekiz gün estirdi; öyle ki insanların [kökünden çıkarılmış] hurma kütükleri gibi yere yıkıldıklarını gözünde canlandırabilirsin. |
8. | şimdi onlardan geriye kalan bir iz görüyor musun? |
9. | Bir de Firavun vardı; ve ondan önce yaşamış [birçok]ları, altüst olmuş şehirler (5) -[onların hepsi] günah üstüne günah işlemişlerdi;
5 - Yani, Sodom ve Gomore, Hz. Lût toplumunun şehirleri (bkz. 11:69-83). |
10. | ve Rablerinin (gönderdiği) elçilere isyan etmişlerdi: Allah şiddetli bir ceza darbesi ile onların hesabını gördü! |
11. | [Ve] bakın: [Nûh tufanının] suları bütün bentleri aşıp patladığında sizi (6) o gemi ile Biz [güvenli bölgelere] taşıdık,
6 - Yani, (bütün klasik müfessirlerin ittifakı ile) "sizin atalarınızı". |
12. | ki bütün bunları (7) size [kesintisiz] bir uyarı haline getirelim ve her uyanık ve duyarlı kulak onu bilinçle algılayabilsin.
7 - Zalimlerin cezalandırılmasını, ama haklıların bu cezanın dışında tutulmasını. |
13. | O halde, [Son Saat'i gözünün önüne getir,] [hesap vakti] sûru[nun] bir tek üflemeyle ses verdiği, |
14. | yeryüzü[nün] ve dağlar[ın] bir tek darbe ile yerlerinden sökülüp parçalandıkları (ânı)! |
15. | İşte böyle, olup bitmesi gereken (8) o Gün olup bitecek;
8 - Yani, bildiğimiz üzere dünyanın sonu; ki arkasından yeniden dirilme ve Nihaî Yargılama gelecektir. |
16. | ve gök yarılıp parçalanacak (9) -çünkü o Gün zayıf ve güçsüz düşecek-;
9 - Semâ' terimi, burada, "gök" veya "gökler"i gösterir: yani, görünür gökyüzü veya mecazî anlamıyla "semâ" yahut "evren" kavramında ifadesini bulan kozmik sistemlerin bütünü (karş. sure 2, not 20). Onun "parçalanması", muhtemelen, kozmik sistemin toplu olarak çöküşünü ifade eden bir mecazdır. |
17. | ve melekler onun başlarında [duracak]; (10) ve onların da üstünde, o Gün sekiz(i) Rabbinin kudret ve egemenlik tahtını taşıyacak. (11)
10 - Yahut: "yanlarında". 11 - Allah hem zaman hem de mekanda sonsuz/sınırsız olduğundan, O'nun "taht"ı (arş) tamamen mecazî bir yükleme sahiptir ve Allah'ın mevcut olan veya olabilecek her şey üzerindeki mutlak ve erişilmez derinlikteki otoritesini gösterir (karş. 7:54, not 43). Bu sebeple, O'nun kudret tahtının "taşınması", ancak bir mecaz olabilir, yani Allah'ın kudretinin Hesap Günü'ndeki tam ve kesin tezahürünün işareti. Kur'an, bu tezahürün dayandığı "sekiz"in ne veya kim olduğu hakkında bir açıklama yapmaz. Bazı ilk dönem müfessirler, onun sekiz melek olduğunu, bir kısmı ise meleklerin sekiz derecesini gösterdiğini iddia etmişlerdir. Buna karşılık, diğer bir kısmı, burada kasdedilenin "sekiz" mi, yoksa "sekiz bin" mi olduğuna karar vermenin imkansız olduğunu itiraf etmişlerdir (Hasan Basrî, Zemahşerî tarafından nakledilmiştir). Belki de burada Allah'ın (herhangi) sekiz sıfatına yahut O'nun yaratmasının sekiz yönüne/aşamasına atıfta bulunulmaktadır: ama, Kur'an'ın başka bir yerde ifade ettiği gibi, "Allah'tan başka kimse onun kesin anlamını bilemez" (bkz. 3:7 ve ilgili not 8). |
18. | O Gün hesaba çekileceksiniz: en gizli işiniz [bile] gizli kalmayacak. |
19. | Sicili sağ eline tutuşturulan, (12) haykıracak: "Gelin, hepiniz gelin! Şu sicilimi okuyun! 12 - Yani, sicili, yeryüzündeki hayatında dürüst ve erdemlilerden olduğunu gösteren: karş. 17:71 ve 74:39'daki "sağdakiler" sembolik ifadesi. "Sağ" ve "sol"un "iyi" ve "kötü"nün sembolleri olarak alınmasının dilbilimsel kökeni 56:8-9 ile ilgili not 3'de izah edilmiştir. |
20. | Zaten [bir gün] hesabımın önüme konulacağını bilmiştim!" (13)
13 - Yani, sicili sağ eline tutuşturulanın, her zaman yeniden dirilme ve hesap gününün bilincinde olduğuna ve ona göre davranmaya çalıştığına işaret. |
21. | Ve o, kendini böylece mutlu bir hayatın içinde bulacak, |
22. | yüce bir cennette, |
23. | (yaptıklarının) meyvelerine kolayca ulaşabileceği. |
24. | [Ve böylece kutsanan herkese,] "Geçip gitmiş günlerde ilerisi için yaptığınız bütün [güzel işler]e karşılık neşe ile yiyip için!" [denilecek.] |
25. | Sicili sol eline tutuşturulana (14) gelince, "Eyvah!" diye feryad edecek, "Keşke sicilim bana gösterilmeseydi,
14 - Bu kimsenin, "sicili sağ eline verilecek olanlar"ın tersine, yeryüzündeki hayatında zalim ve kötülerden olduğunun işareti (bkz. yukarıdaki ayet 19, not 12). |
26. | ve [keşke] şu hesabımı görmemiş olsaydım! |
27. | Keşke bu [ölümüm] benim sonum olsaydı! |
28. | [Şimdiye kadar] sahip olduğum şeylerin bana hiçbir faydası olmadı, |
29. | [ve] bütün tartışma ve karşı koyma gücüm (15) elimden kayıp gitti!"
15 - Esas olarak "güç" veya "otorite"nin işareti olan sultân terimi, burada, -Kur'an'ın başka birçok yerinde olduğu gibi- hüccet ile eş anlamlı olan "mübâhase ve delîl" anlamında kullanılmıştır (İbni Abbâs, İkrime, Mücâhid, Dehhâk; tümü Taberî tarafından nakledilmiştir): bu örnekte, ölümden sonraki hayat ve buna bağlı olarak ilahî yargılama fikrine karşı itiraz veya itirazlar. |
30. | [Daha sonra,] "Onu yakalayıp bağlayın! (16)" [diye emredilir,]
16 - "Bağlamak" temsîlinin bir açıklaması için bkz. 13:5, not 13; 34:33'ün son cümlesi ile ilgili not 44 ve 36:8, not 6 ve 7. |
31. | "Ve sonra cehenneme atın, |
32. | ve sonra [kendisi gibi suçluların bağlandığı] (17) bir zincire bağlayın, uzunluğu yetmiş arşın olan (18) [bir zincire]:
17 - Bkz. 14:49 -"O Gün bütün suçluları (mücrimîn) zincirlerle birbirlerine bağlanmış görürsün" -ve, benim yukarıdaki "kendisi gibi suçluların bağlandığı" şeklindeki parantez içi ifademi açıklayan not 64. 18 - Yani, son derece uzun olan bir zincir -"yetmiş" sayısı, burada, klasik Arapça'da sıkça yapıldığı gibi, mecazen "çok" anlamında kullanılmıştır (Zemahşerî); yani, "öyle bir zincir ki uzunluğunu ancak Allah bilir" (Taberî; ve Râzî'nin naklettiğine göre Hasan Basrî). |
33. | çünkü o, yüce Allah'a inanmadı, |
34. | ve ihtiyaç içinde olanları yedirip içirmek için hiçbir istek ve kararlılık duymadı: (19) 19 - Lafzen, "acele etmedi". |
35. | bundan dolayı bugün ne bir dostu var, |
36. | ne de pislikten başka bir yiyeceği, (20)
20 - Kur'an'da yalnız burada geçen ğislîn ismi, ilk müfessirler tarafından çok çeşitli ve birbiriyle çelişen şekillerde açıklanmıştır. İbni Abbâs, bu konudaki bir soruya samimî olarak, "ğislîn'in neyi ifade ettiğini bilmiyorum" şeklinde cevap vermiştir (Râzî). Benim kullandığım "pislik" terimi, ruhî anlamda iğrenç olan her şeyi "iştahla atıştırma"yı anlatır; karş. bu terimin bir sonraki ayette "yalnızca günahkarların yediği" olarak tanımlanması -yani, (mecazî olarak) hem bu dünyada, hem de sonuç olarak, öteki dünyada. |
37. | suçlulardan başkasının yemediği bir yiyecek!" |
38. | EVET! Görebildiğiniz her şeyi tanıklığa çağıracağım; |
39. | ve bütün göremediklerinizi! (21)
21 - "Görebildiğiniz her şeyi" ifadesi, hem gözlemlenebilir bütün tabii olguları -insanın bizzat kendisi ve varoluşunun organik şartları da dahil- hem de insan toplumunun teşekkül biçimini ve bu toplumun tarihî anlamdaki gelişmesinin ve çürümesinin kavranabilir kurallarını kapsar. "Göremedikleriniz" ifadesi ise, insanın kendi vicdanının sesi de dahil, sezgileri ve içgüdüleriyle kavrayabildiği ruhî gerçeklikleri anlatır; ki bunların tümü, bilindiği gibi, ilahî kelâmın (ayetin devamında işaret edilen) objektif olarak var olan yahut sübjektif olarak insan ruhunda tecellî eden bütün derunî gerçekliklere ve ilişkilere tuttuğu ışığın gerçek vahyin bir mahsulü olması gerektiği, çünkü tek başına insan aklının başarabileceği şeylerin ötesine geçtiği gerçeğine "tanıklık eder". |
40. | Bakın, bu [Kur'an] gerçekten şerefli bir Elçi'nin [vahyedilmiş] sözüdür, |
41. | ve o, inanmaya ne kadar az [eğilimli] olsanız da bir şair sözü değildir; |
42. | ve ders almaya ne kadar az [hazır olsanız] da bir kâhin sözü de değildir: |
43. | [o] bütün âlemlerin Rabbinden bir vahiy[dir]. |
44. | Şimdi o, [kendisine bunu emanet ettiğimiz kişi,] [kendi] sözlerinden bir kısmını Bize isnad etmeye kalkışsaydı, |
45. | o'nu sağ elinden yakalardık; (22)
22 - Yani, onu bütün hareket kabiliyetinden yoksun bırakırdık -"sağ el" gücü sembolize eder. |
46. | ve şah damarını keserdik; |
47. | ve hiç biriniz o'nu koruyamazdı! |
48. | Gerçek şu ki bu [Kur'an], Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyan herkes (23) için bir öğüt ve uyarıdır.
23 - Yani, "insan kavrayışının ötesindeki şey[in varlığın]a inanan": karş. 2:2-3. |
49. | Ve bakın, içinizde onu yalanlayacakların bulunduğunu iyi biliriz: |
50. | ama bu [red], şüphesiz, [Allah'ın vahyinin] doğruluğu[nu] inkar edenler için acı bir pişmanlık kaynağı olacaktır, |
51. | çünkü o, mutlak hakikattir! |
52. | Öyleyse, kudret sahibi Rabbinin ismini yücelt! |